22 Ağustos 2015 Cumartesi
16 Ağustos 2015 Pazar
Kurban Bayramı Gerçeği
Herkerse merhaba,
Gelen talepler üzerine yazıların daha kolay okunabilmesi için daha büyük punto tercih edeceğim umarım daha rahat okumanıza faydası olur...
Yeni blog konum önümüzdeki haftalarda açtığımız tüm tv lerde göreceğimiz ve ne yazık ki psikopatlık derecesinde bir vahşete sebep olacak olan YANLIŞ ANLAŞILAN ve YANLIŞ YAPILAN kurban verme olayıdır.
Nedense yıllardır islamın ve imanın temel şartlarından biriymiş gibi gösterilen kurban kesme olayının gerçekleri pekte müslümanların bildiği şekilde değildir, aslında kurban verme islamla gelen bir olay bile değildir insanlık tarihi kadar eski bir adettir. Madem öyle anlama kolaylığı açısından konumuzu her zamanki gibi kategorize edelim.
1- Tarihte Kurban
2- Kurban verme Gerçeği
- Konuya girmeden önce bir not; Kurban kelimesi arapça'da Allah'a yakınlaştıran eylem anlamına gelmektedir, yazıyı okurken bu kelime anlamı hep aklınızda olsun.
1- Tarihte Kurban
Kurban verme olayını deminde yazdığım gibi insanlık tarihi kadar eskidir, bunuda laf olsun diye demiyorum gerçekten yazılı bir metinde yer alan ulaşabildiğimiz en eski kurban verme olayı hz.adem'in oğulları habil ve kabil tarafından yapılmıştır, onu takip eden insanlık tarihi boyunca şekilden şekile girmiş, kimileri bakire kızları kesmiş, kimileri o sezon ki hasatlarını tanrılar sinirlenmesin diye sunaklara dökmüş, kimileri ise kabe'de putların önünde hayvanları boğazlayıp cesetlerini kabe'nin etrafına atmışlardır (islam öncesi putperest mekke)
Kurban verme kavramı insanoğlunun tanrısına bir tapınma, af dileme, yada sadece şükranlarını sunma göstergesi olarak çağlar boyunca hayatımızda sabit bir şekilde kalmıştır ve ne gariptir binlerce yıl boyunca bir Allah'ın kuluda çıkıp, ya arkadaş babadan oğla aktara aktara ne yaptığımızı, neden yaptığımızı bilemez olduk bu işin ası astarı nedir? neden elimize geçirdiğimizin boğazını kesiyoruz dememiş galiba (diyenede kesin mahalle baskısı yapılmış yada kurban edilmiştir). Bu sebeptendir toplumun geneline hangi ülkede olursa olsun kurban verme nedir dediğinizde akıllara gelen ilk eylem kan akıtmaktır.
Halbuki kan akıtma ritüeli aslında pagan inancının bir yansıması olarak binlerce yıldır insanların kültürlerine etki etmiş (semavi dinlere mensup kültürlerde dahil) bir olaydır. Hele ki bunun en yozlaşmış halleri olan insan kurban etmek, kurban edilen canlının kanını içmek yada vücuduna yada belirli eşyalara sürmek dinimiz tarafından yasaklanmış olan büyü öğretilerinde bulunan ritüellerdir.
Aşağıda o dönem hasatları iyi geçsin yada belalar gitsin diye insan kurban etmekle meşhur aztek medeniyetindeki ayinle ilgili bir resim...
Tarihte insan kurban verme olayı hz.ibrahim döneminde son bulur, hepimizin bildiği hikayede hz.ibrahim oğlunu kurban edecekken bir vahiy alır ve kendisine kurbanlık bir fidye verilerek bunun bir sınav olduğu ve kendisinin bu sınavı geçtiği söylenir (gökten koyun kuzu filan inmemiştir yani al oğlun yerine bunu kes boşa gitmesin tarzında). Sembolik kavramlar anlaşıldığında hz.ibrahimin hikayesi netlik kazanır; Allah hz.ibrahime yıllardır hasretini çektiği bir evladı geç yaşına rağmen nasip eder, fakat bir insan için mal mülk, evlat vs. gibi herşey dünyevi bağlardır ve kişi hakikate kavuşmak için bütün bunlardan vazgeçmeye hazır olmalıdır, nasıl ki hz. yakup'un bu dersi alması için hz.yusuf ondan uzaklaştırıldıysa hz.ibrahiminde yollunda doğru yürümesi için evladından vazgeçmeye hazır olması gerekiyordu ve bu sebepten rüyasında gördüğü bir mesajdan yola çıkarak oğlunu Allaha kurban etmeye gitti, bu teslimiyet üzerine sınavını geçmiş oldu ve kendisine büyük bir kurbanlık fidye (onu Allah'a yakınlaştıran bir ödül) verildi.
İslam her zaman rasyonelliğe ve mantığa büyük önem vermiştir (kuranda onlarca ayette gerçekleri anlamak için aklınızı kullanın emri verilir) şimdi kendimize soralım hangisi daha mantıklı,
- Oğlunu affettim ama sen yinede bir kan akıt diye gökten koyun indirilmesi mi?
- Bir peygamberin Allah'a yakınlaşması için en büyük dünyevi bağından vazgeçmeye hazır olması durumunda kendisine verilen ve ona takva kazandıran bir ödül mü?
Kuran'da kurban olayı kendisini hac vazifesini yapan kişilere verilen emirlerde gösterir (hac suresi), bu ayetler sadece ama sadece hac vazifesini yapan kişileri kapsar onun dışında ki dünyanın çeşitleri yerlerindeki bu vazifeyi yapmayan kişileri kapsamaz. Ayetlerde verilen bilgi özet olarak şudur; hac vazifesinin sonuna gelen kişi o ümmet için meşru kılınan kurban vazifesini yerine getirir ve ibadetini Allah'ı anarak tamamlar. Burada kuran bize koyun kes, 5 kişi danaya gir, kredi çek deve getirt onu kes gibi şeyler söylemez, düzgün bir çeviri ile yapıldığında; hac vazifesi sonunda ümmetiniz için meşru kılınan (çığlıklar içinde bağır kendinden geç gibi durumlar olmasın diye) şekilde, bu bir hediye vermek olur (fakire fukaraya), oruç tutmak olur, namaz kılmak olur, kötü bir huyundan tövbe ederek vazgeçmek olur yada gerçekten istenirse bir hayvan kesip etinin fakirlere bağışlanmasıda olabilir (sonuçta hepimiz et yemek zorundayız), kısaca kurban kelimesinin anlamı gerçekleştirecek şekilde kişiyi Allah'a yakınlaştıran bir eylem yaparak bu ibadet tamamlanabilir. Allah ayetini tamamlarken bu işin esas özünü gayet güzel biz insanlara aktarmıştır.
"Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. Güzel ahlak sahiplerini müjdele.” (Hacc; 37
2- Kurban verme gerçeği
Olayı toparlayalım, kurban kelimesinin anlamını ve kullanım biçiminin ne olduğunu gördük, bu şartların sadece hac vazifesini yapan kişiler için zorunlu tutulduğunuda gördük, görmeyenler için şunuda diyelim, Kuran'da kurban bayramı bayram namazı gibi hususlar dahi yoktur bunlar tamamen sonradan ortaya çıkarılmış sosyal olgulardır. Ama toplumsal birlik beraberliği oluşturacak ve zengin fakir arasındaki paylaşımı arttıracak etkinlikler dinen yapılması gereken şeyler olduğu için olumsuz bir yanı yoktur. Olumsuz olan tek şey bu bayramın psikopatlık derecesinde uygulanıp bir kan banyosuna dönüştürülmesidir ve bunu yapan kişilerin pek çoğunun tek bildiği şey akıttıkları kanın kutsal olduğunu düşünmeleridir (müslümanlık değil putperestlikten kalma bir adet) ondan sonrada olayın doğasına aykırı olarak giderler 1 ay durmaksızın kavurma yerler. Kabede durum dahada içler acısı, sanki tek şart hayvan kesmekmiş gibi algılayan cahil müslümanlar (bana göre gidenlerin %90'i) yüz binlerce hayvanı kesmekle kalmaz bunları fakirlere vermek yerine orada toprağa gömerler ve sadece kan akıtma ritüelini gerçekleştirirler yukarıda yazdığımız Allah'ın kelamını zerre anlamadan kendi kafalarınca iş yaparlar (hac vazifesinde pagan ayini). Peki neden kimse televizyonlarda çıkıpta bu işin gerçeğini anlatmıyor neden diyanet müdahele etmiyor diye soranlara sadece şu bilgiyi vereyim, sadece Türkiyede kurban bayramı döneminde oluşan para hacmi 3 milyar TL'den daha fazla, sanırım sessizliğini koruyan kişilerin neden koruduğunu anlamışsınızdır...
Dinini anlamayan, vazifenin özünü kavramayan, hayvanlara işkence ederek kurban eden, borca harca girerek bu işi yapan, fakirlere yardımdansa kendi midesini düşünen milyonlarca sözüm ona müslümana denecek tek laf şudur;
"Allah derki; Hayvanlar benim sessiz kullarımdır, onlar şimdi zulme susuyorlar ama ahirette konuşup, haklarını alacaklardır"
Hz. Mevlana
Ümit ediyorum ki bu yazı ve bunun gibi yazılara çok daha geniş kitlelere ulaşır ve insanlarımız kurban olayının hayvan kesmekten ziyade kişinin dünyevi bir bağını kesme yada onu yaratıcısına dahada yakınlaştıracak bir yol seçme eylemi olduğunu anlarlar ve bu doğrultuda hayatlarına çeki düzen verirler, böylece kurban eylemi (kişiyi Allah'a yakınlaştıran eylem) tam anlamıyla karşılığını bulmuş olur ve doğru şekilde yapılmış bir ibadet halini alır, aksi halde günümüzdeki rezil haliyle kurban olayı her sene binlerce kişinin dinden çıkmasına ve günaha girmesine sebep olmaktadır.
Ayetlerin açıklamalarıyla ilgili daha detaylı bilgileri aşağıdaki sitelerden bulabilirsiniz.
http://www.ihsaneliacik.com/2012/10/kuranda-kurban-ayetleri-haritasi.html
http://www.ahmetakyol.net/kurban-hayvan-kesmek-degildir/
Gelen talepler üzerine yazıların daha kolay okunabilmesi için daha büyük punto tercih edeceğim umarım daha rahat okumanıza faydası olur...
Yeni blog konum önümüzdeki haftalarda açtığımız tüm tv lerde göreceğimiz ve ne yazık ki psikopatlık derecesinde bir vahşete sebep olacak olan YANLIŞ ANLAŞILAN ve YANLIŞ YAPILAN kurban verme olayıdır.
Nedense yıllardır islamın ve imanın temel şartlarından biriymiş gibi gösterilen kurban kesme olayının gerçekleri pekte müslümanların bildiği şekilde değildir, aslında kurban verme islamla gelen bir olay bile değildir insanlık tarihi kadar eski bir adettir. Madem öyle anlama kolaylığı açısından konumuzu her zamanki gibi kategorize edelim.
1- Tarihte Kurban
2- Kurban verme Gerçeği
- Konuya girmeden önce bir not; Kurban kelimesi arapça'da Allah'a yakınlaştıran eylem anlamına gelmektedir, yazıyı okurken bu kelime anlamı hep aklınızda olsun.
1- Tarihte Kurban
Kurban verme olayını deminde yazdığım gibi insanlık tarihi kadar eskidir, bunuda laf olsun diye demiyorum gerçekten yazılı bir metinde yer alan ulaşabildiğimiz en eski kurban verme olayı hz.adem'in oğulları habil ve kabil tarafından yapılmıştır, onu takip eden insanlık tarihi boyunca şekilden şekile girmiş, kimileri bakire kızları kesmiş, kimileri o sezon ki hasatlarını tanrılar sinirlenmesin diye sunaklara dökmüş, kimileri ise kabe'de putların önünde hayvanları boğazlayıp cesetlerini kabe'nin etrafına atmışlardır (islam öncesi putperest mekke)
Kurban verme kavramı insanoğlunun tanrısına bir tapınma, af dileme, yada sadece şükranlarını sunma göstergesi olarak çağlar boyunca hayatımızda sabit bir şekilde kalmıştır ve ne gariptir binlerce yıl boyunca bir Allah'ın kuluda çıkıp, ya arkadaş babadan oğla aktara aktara ne yaptığımızı, neden yaptığımızı bilemez olduk bu işin ası astarı nedir? neden elimize geçirdiğimizin boğazını kesiyoruz dememiş galiba (diyenede kesin mahalle baskısı yapılmış yada kurban edilmiştir). Bu sebeptendir toplumun geneline hangi ülkede olursa olsun kurban verme nedir dediğinizde akıllara gelen ilk eylem kan akıtmaktır.
Halbuki kan akıtma ritüeli aslında pagan inancının bir yansıması olarak binlerce yıldır insanların kültürlerine etki etmiş (semavi dinlere mensup kültürlerde dahil) bir olaydır. Hele ki bunun en yozlaşmış halleri olan insan kurban etmek, kurban edilen canlının kanını içmek yada vücuduna yada belirli eşyalara sürmek dinimiz tarafından yasaklanmış olan büyü öğretilerinde bulunan ritüellerdir.
Aşağıda o dönem hasatları iyi geçsin yada belalar gitsin diye insan kurban etmekle meşhur aztek medeniyetindeki ayinle ilgili bir resim...
Tarihte insan kurban verme olayı hz.ibrahim döneminde son bulur, hepimizin bildiği hikayede hz.ibrahim oğlunu kurban edecekken bir vahiy alır ve kendisine kurbanlık bir fidye verilerek bunun bir sınav olduğu ve kendisinin bu sınavı geçtiği söylenir (gökten koyun kuzu filan inmemiştir yani al oğlun yerine bunu kes boşa gitmesin tarzında). Sembolik kavramlar anlaşıldığında hz.ibrahimin hikayesi netlik kazanır; Allah hz.ibrahime yıllardır hasretini çektiği bir evladı geç yaşına rağmen nasip eder, fakat bir insan için mal mülk, evlat vs. gibi herşey dünyevi bağlardır ve kişi hakikate kavuşmak için bütün bunlardan vazgeçmeye hazır olmalıdır, nasıl ki hz. yakup'un bu dersi alması için hz.yusuf ondan uzaklaştırıldıysa hz.ibrahiminde yollunda doğru yürümesi için evladından vazgeçmeye hazır olması gerekiyordu ve bu sebepten rüyasında gördüğü bir mesajdan yola çıkarak oğlunu Allaha kurban etmeye gitti, bu teslimiyet üzerine sınavını geçmiş oldu ve kendisine büyük bir kurbanlık fidye (onu Allah'a yakınlaştıran bir ödül) verildi.
İslam her zaman rasyonelliğe ve mantığa büyük önem vermiştir (kuranda onlarca ayette gerçekleri anlamak için aklınızı kullanın emri verilir) şimdi kendimize soralım hangisi daha mantıklı,
- Oğlunu affettim ama sen yinede bir kan akıt diye gökten koyun indirilmesi mi?
- Bir peygamberin Allah'a yakınlaşması için en büyük dünyevi bağından vazgeçmeye hazır olması durumunda kendisine verilen ve ona takva kazandıran bir ödül mü?
Kuran'da kurban olayı kendisini hac vazifesini yapan kişilere verilen emirlerde gösterir (hac suresi), bu ayetler sadece ama sadece hac vazifesini yapan kişileri kapsar onun dışında ki dünyanın çeşitleri yerlerindeki bu vazifeyi yapmayan kişileri kapsamaz. Ayetlerde verilen bilgi özet olarak şudur; hac vazifesinin sonuna gelen kişi o ümmet için meşru kılınan kurban vazifesini yerine getirir ve ibadetini Allah'ı anarak tamamlar. Burada kuran bize koyun kes, 5 kişi danaya gir, kredi çek deve getirt onu kes gibi şeyler söylemez, düzgün bir çeviri ile yapıldığında; hac vazifesi sonunda ümmetiniz için meşru kılınan (çığlıklar içinde bağır kendinden geç gibi durumlar olmasın diye) şekilde, bu bir hediye vermek olur (fakire fukaraya), oruç tutmak olur, namaz kılmak olur, kötü bir huyundan tövbe ederek vazgeçmek olur yada gerçekten istenirse bir hayvan kesip etinin fakirlere bağışlanmasıda olabilir (sonuçta hepimiz et yemek zorundayız), kısaca kurban kelimesinin anlamı gerçekleştirecek şekilde kişiyi Allah'a yakınlaştıran bir eylem yaparak bu ibadet tamamlanabilir. Allah ayetini tamamlarken bu işin esas özünü gayet güzel biz insanlara aktarmıştır.
"Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. Güzel ahlak sahiplerini müjdele.” (Hacc; 37
2- Kurban verme gerçeği
Olayı toparlayalım, kurban kelimesinin anlamını ve kullanım biçiminin ne olduğunu gördük, bu şartların sadece hac vazifesini yapan kişiler için zorunlu tutulduğunuda gördük, görmeyenler için şunuda diyelim, Kuran'da kurban bayramı bayram namazı gibi hususlar dahi yoktur bunlar tamamen sonradan ortaya çıkarılmış sosyal olgulardır. Ama toplumsal birlik beraberliği oluşturacak ve zengin fakir arasındaki paylaşımı arttıracak etkinlikler dinen yapılması gereken şeyler olduğu için olumsuz bir yanı yoktur. Olumsuz olan tek şey bu bayramın psikopatlık derecesinde uygulanıp bir kan banyosuna dönüştürülmesidir ve bunu yapan kişilerin pek çoğunun tek bildiği şey akıttıkları kanın kutsal olduğunu düşünmeleridir (müslümanlık değil putperestlikten kalma bir adet) ondan sonrada olayın doğasına aykırı olarak giderler 1 ay durmaksızın kavurma yerler. Kabede durum dahada içler acısı, sanki tek şart hayvan kesmekmiş gibi algılayan cahil müslümanlar (bana göre gidenlerin %90'i) yüz binlerce hayvanı kesmekle kalmaz bunları fakirlere vermek yerine orada toprağa gömerler ve sadece kan akıtma ritüelini gerçekleştirirler yukarıda yazdığımız Allah'ın kelamını zerre anlamadan kendi kafalarınca iş yaparlar (hac vazifesinde pagan ayini). Peki neden kimse televizyonlarda çıkıpta bu işin gerçeğini anlatmıyor neden diyanet müdahele etmiyor diye soranlara sadece şu bilgiyi vereyim, sadece Türkiyede kurban bayramı döneminde oluşan para hacmi 3 milyar TL'den daha fazla, sanırım sessizliğini koruyan kişilerin neden koruduğunu anlamışsınızdır...
Dinini anlamayan, vazifenin özünü kavramayan, hayvanlara işkence ederek kurban eden, borca harca girerek bu işi yapan, fakirlere yardımdansa kendi midesini düşünen milyonlarca sözüm ona müslümana denecek tek laf şudur;
"Allah derki; Hayvanlar benim sessiz kullarımdır, onlar şimdi zulme susuyorlar ama ahirette konuşup, haklarını alacaklardır"
Hz. Mevlana
Ümit ediyorum ki bu yazı ve bunun gibi yazılara çok daha geniş kitlelere ulaşır ve insanlarımız kurban olayının hayvan kesmekten ziyade kişinin dünyevi bir bağını kesme yada onu yaratıcısına dahada yakınlaştıracak bir yol seçme eylemi olduğunu anlarlar ve bu doğrultuda hayatlarına çeki düzen verirler, böylece kurban eylemi (kişiyi Allah'a yakınlaştıran eylem) tam anlamıyla karşılığını bulmuş olur ve doğru şekilde yapılmış bir ibadet halini alır, aksi halde günümüzdeki rezil haliyle kurban olayı her sene binlerce kişinin dinden çıkmasına ve günaha girmesine sebep olmaktadır.
Ayetlerin açıklamalarıyla ilgili daha detaylı bilgileri aşağıdaki sitelerden bulabilirsiniz.
http://www.ihsaneliacik.com/2012/10/kuranda-kurban-ayetleri-haritasi.html
http://www.ahmetakyol.net/kurban-hayvan-kesmek-degildir/
2 Ağustos 2015 Pazar
Büyük Ortadoğu Projesi
Herkese selam,
Yeni yazımın şuan içine çekildiğimiz bataklık olan ortadoğu karmaşası ve büyük ortadoğu projesi üzerine olması sanırım hem gündemi daha iyi anlamak hemde yolun sonunun nereye varacağını görmek açısından faydalı olacaktır.
Öncelikle ortadoğu nedir adı sanı nereden gelmiştir bunu bilelim, bilelim ki ilk taşı kimin attığında belli olsun, ortadoğu, uzakdoğu, yakındoğu gibi kavramları dünyaya empoze eden ve günümüzde asyada yaşayan adamın bile ortadoğu dendiğinde aklına Mezopotamya coğrafyasını getiren kavramı insanlığı dostu (!) İngiltere ortaya çıkarmıştır. Bütün bölgeler yayılma döneminde İngiltereye göre olan pozisyonlarına göre isimlendirilmiştir ve günümüzde de bu kullanım tarzı devam etmektedir.
Ortadoğu olarak bilinen bölgenin bir haritasını paylaşalım,
Cadı kazanı olarak bilinen bu bölgedeki hemen hemen her ülkede yozlaşmış hükumetler, dini istismar eden kendi çapında liderler ve gözü paradan başka birşey görmeyen dev şirketler hakimiyeti kurmuş durumdalar. Peki neden ortadoğu bu kadar önemli bu karmaşanın arkasında yatan sebepler ve büyük ortadoğu projesi olarak adlandırılan bu olgu nereden kaynaklanıyor birlikte bulalım...
Konuyu daha iyi takip edip anlamak açısından ikiye ayıralım,
1- Ortadoğunun jeopolitik önemi (Yapbozun parçaları)
2- Ortadoğunun dini önemi (Yapbozdaki büyük resim)
Birinci maddemizle konumuza giriş yapalım, bu genel olarak çorak, sıcak, toz toprak içindeki bölge neden bu kadar önemli ve pek çok ülke nasıl oluyor da bu çorak topraklara bu denli bağlı oluyor? Cevap basit adamları toprağın üstündekiler değil altındakiler ilgilendiriyor, ortadoğu coğrafyası dünyadaki petrol üretiminin %61'ini kontrol etmekte ve Japonya'dan tutun Çin'e kadar pek çok sanayileşmiş ülke, dev enerji ihtiyaçlarını karşılamak için bu bölgeye muhtaçlar. Olay sadece petrolle de bitmiyor mesela, Afganistan inanılmaz miktardaki altın ve daha pek çok nadir bulunan madene ev sahipliği yapmakta bu madenlerin potansiyel değeri 1 Trilyon dolardan daha fazla olduğu düşünülüyor. Mesela İran, dünyadaki en büyük 2. doğal gaz kaynağına sahip bir ülke. Bütün bunlar toplandığında, üretim ve erişim kolaylığı da göz önüne alındığında ortadoğu dünyanın hazine deposu ayarında bir bölge ve doğada nerede et varsa orada akbabalar bekliyordur.
Dünyanın süper güçleri (yılanın başı) sanayi devriminden itibaren bölgedeki varlıklarını hiç bir zaman eksik etmemişlerdir, gerek direk güç uygulayarak gerek ajanlar vasıtasıyla bölgedeki tüm ülkeler siyasi ve dini anlamda yozlaştırılmış, zayıflatırmış ve toplumsal bütünlükleri parçalanmıştır. Bölgenin büyük kısmını Müslüman nüfus oluştursa da bu arkadaşların (sözüm ona Müslümanlar) Kuran'ı kerimi okuyup anlamaktan yana kafaları pek çalışmaz, bu sebeple hacı hoca kisvesi altındaki pek çok yozlaşmış insanın önderliğini Allah'ın kelamına tercih ederler ve birlik beraberlik kuramazlar. Buda tabi dış güçlerin bölge üzerinde hakimiyet kurmalarını oldukça basitleştiren bir etmen.
*İngiliz ajanı olarak arap kabilelerini Osmanlıya karşı kışkırtan ve müslümanı müslümanın sırtından bıçaklamasına sebep olan zat-ı muhterem T.E. Lawrence (arabistanlı lawrence olarakta bilinir)
Şimdi bölgeye şöyle bir bakalım ve kendimize soralım, Kuran'da geçmemesine rağmen onlarca farklı mezhebe bölünmüş, birbirlerine düşman kesilmiş, kendini eğitmeyen, kitap okumayı geçtim kutsal kitaplarını bile okumaktan aciz bir bölge coğrafyası halkının sizce birlik olup doğal kaynaklarına sahip çıkıp dış güçlerin varlığına ve gizli egemenliğine karşı koyması sizce mümkünmüdür?
Jeopolitik olgulara şöyle kısaca bir değindikten sonra gelelim esas büyük resme,
Uzun uzun yıllar önce, uzak çok uzak bir bölgede Tanrı, kulu Musa'ya şöyle dedi; Mısırı terkedin ve size vaat ettiğim topraklara yerleşin...
Hikaye böyle başlar, yahudiler Hz.Musa eşliğinde Mısırdan ayrılıp kutsal toprakları olan Ken'an diyarına doğru yola çıkarlar, fakat kendileri o denli kör insanlardır ki yanlarında peygamber olmasına, defalarca inanılmaz mucizeler görmelerine rağmen daha kutsal topraklara varmadan pek çoğu dinden çıkar, bozgunculuk ve adice işlere bulaşırlar (zina, hırsızlık, küfür).
Yeni yazımın şuan içine çekildiğimiz bataklık olan ortadoğu karmaşası ve büyük ortadoğu projesi üzerine olması sanırım hem gündemi daha iyi anlamak hemde yolun sonunun nereye varacağını görmek açısından faydalı olacaktır.
Öncelikle ortadoğu nedir adı sanı nereden gelmiştir bunu bilelim, bilelim ki ilk taşı kimin attığında belli olsun, ortadoğu, uzakdoğu, yakındoğu gibi kavramları dünyaya empoze eden ve günümüzde asyada yaşayan adamın bile ortadoğu dendiğinde aklına Mezopotamya coğrafyasını getiren kavramı insanlığı dostu (!) İngiltere ortaya çıkarmıştır. Bütün bölgeler yayılma döneminde İngiltereye göre olan pozisyonlarına göre isimlendirilmiştir ve günümüzde de bu kullanım tarzı devam etmektedir.
Ortadoğu olarak bilinen bölgenin bir haritasını paylaşalım,
Cadı kazanı olarak bilinen bu bölgedeki hemen hemen her ülkede yozlaşmış hükumetler, dini istismar eden kendi çapında liderler ve gözü paradan başka birşey görmeyen dev şirketler hakimiyeti kurmuş durumdalar. Peki neden ortadoğu bu kadar önemli bu karmaşanın arkasında yatan sebepler ve büyük ortadoğu projesi olarak adlandırılan bu olgu nereden kaynaklanıyor birlikte bulalım...
Konuyu daha iyi takip edip anlamak açısından ikiye ayıralım,
1- Ortadoğunun jeopolitik önemi (Yapbozun parçaları)
2- Ortadoğunun dini önemi (Yapbozdaki büyük resim)
Birinci maddemizle konumuza giriş yapalım, bu genel olarak çorak, sıcak, toz toprak içindeki bölge neden bu kadar önemli ve pek çok ülke nasıl oluyor da bu çorak topraklara bu denli bağlı oluyor? Cevap basit adamları toprağın üstündekiler değil altındakiler ilgilendiriyor, ortadoğu coğrafyası dünyadaki petrol üretiminin %61'ini kontrol etmekte ve Japonya'dan tutun Çin'e kadar pek çok sanayileşmiş ülke, dev enerji ihtiyaçlarını karşılamak için bu bölgeye muhtaçlar. Olay sadece petrolle de bitmiyor mesela, Afganistan inanılmaz miktardaki altın ve daha pek çok nadir bulunan madene ev sahipliği yapmakta bu madenlerin potansiyel değeri 1 Trilyon dolardan daha fazla olduğu düşünülüyor. Mesela İran, dünyadaki en büyük 2. doğal gaz kaynağına sahip bir ülke. Bütün bunlar toplandığında, üretim ve erişim kolaylığı da göz önüne alındığında ortadoğu dünyanın hazine deposu ayarında bir bölge ve doğada nerede et varsa orada akbabalar bekliyordur.
Dünyanın süper güçleri (yılanın başı) sanayi devriminden itibaren bölgedeki varlıklarını hiç bir zaman eksik etmemişlerdir, gerek direk güç uygulayarak gerek ajanlar vasıtasıyla bölgedeki tüm ülkeler siyasi ve dini anlamda yozlaştırılmış, zayıflatırmış ve toplumsal bütünlükleri parçalanmıştır. Bölgenin büyük kısmını Müslüman nüfus oluştursa da bu arkadaşların (sözüm ona Müslümanlar) Kuran'ı kerimi okuyup anlamaktan yana kafaları pek çalışmaz, bu sebeple hacı hoca kisvesi altındaki pek çok yozlaşmış insanın önderliğini Allah'ın kelamına tercih ederler ve birlik beraberlik kuramazlar. Buda tabi dış güçlerin bölge üzerinde hakimiyet kurmalarını oldukça basitleştiren bir etmen.
*İngiliz ajanı olarak arap kabilelerini Osmanlıya karşı kışkırtan ve müslümanı müslümanın sırtından bıçaklamasına sebep olan zat-ı muhterem T.E. Lawrence (arabistanlı lawrence olarakta bilinir)
Şimdi bölgeye şöyle bir bakalım ve kendimize soralım, Kuran'da geçmemesine rağmen onlarca farklı mezhebe bölünmüş, birbirlerine düşman kesilmiş, kendini eğitmeyen, kitap okumayı geçtim kutsal kitaplarını bile okumaktan aciz bir bölge coğrafyası halkının sizce birlik olup doğal kaynaklarına sahip çıkıp dış güçlerin varlığına ve gizli egemenliğine karşı koyması sizce mümkünmüdür?
Jeopolitik olgulara şöyle kısaca bir değindikten sonra gelelim esas büyük resme,
Uzun uzun yıllar önce, uzak çok uzak bir bölgede Tanrı, kulu Musa'ya şöyle dedi; Mısırı terkedin ve size vaat ettiğim topraklara yerleşin...
Hikaye böyle başlar, yahudiler Hz.Musa eşliğinde Mısırdan ayrılıp kutsal toprakları olan Ken'an diyarına doğru yola çıkarlar, fakat kendileri o denli kör insanlardır ki yanlarında peygamber olmasına, defalarca inanılmaz mucizeler görmelerine rağmen daha kutsal topraklara varmadan pek çoğu dinden çıkar, bozgunculuk ve adice işlere bulaşırlar (zina, hırsızlık, küfür).
*Allah'la konuşmak için Hz.Musa 40 gün Sina dağına çekilir, 40 gün peygambersiz kalan israiloğlulları Hz.Musa'yı ve Allah'ı sorgulamaya başlarlar ve en sonunda büyük bir bölüm göç edenler, altınlarını eriterek altından bir boğa yapıp ona tapınmaya başlarlar. 40 günün sonunda elinde 10 emirle dağdan inen Musa gördüğü görüntü karşısında şok olur ve sinirlenerek 10 emrin yazılı olduğu tabletleri kırar. Bu olay sonucu çıkan kavga ve karışıklıkta 3000 kişi ölür.
Ne yazık ki çektiği onca çileye ve gösterdiği onca çabaya rağmen Hz.Musa kavmini vaat edilmiş topraklara sokamadan hayatını kaybeder ve dahada vahimi gördükleri onlarca inanılmaz mucizeye karşı israiloğullarının büyük bölümünün kalbine itikat girmemiştir, küçük bir örnek vermek gerekirse, Hz.Musa ken'an diyarını gösterip "işte yaşayıp yayılacağınız bölge burasıdır, fakat burada hali hazırda yaşayanlar eğer ki size saldıracak olursa topraklarınız için savaşmaya hazır olun" dediğinde israiloğulları ona " biz savaşıp ölmek istemiyoruz tanrınla sen gidip bizim için bu bölgeyi temizleyin" diyecek kadar inançsız insanlardı.
Hz.Musa'nın ölümünün ardından çölde yıllar geçer ve sonunda Hz.Davud israiloğullarına kutsal topraklarının kapılarını açarak onların ilk kral-peygamberi olarak vazifeye başlar, israiloğulları peygamber-kralları gözetiminde o zamanlar için parmakla gösterilecek bir medeniyet kurarlar (günümüz israil-filistin bölgesinde) altın çağ Hz.Süleyman dönemine kadar devam eder, içinde tanrının yaşadığına inandıkları dev tapınakta (günümüzde yıkıntıları üzerinde Mescidi Aksa'nın bulunduğu yer) ibadet eder Allah'a adaklar sunarlardı.
* Tasvirlere göre yapılmış bir maket Büyük Tapınak örneği.
Fakat Hz.Süleymanın ölümünün ardından herşey değişir, Babillilerle yapılan savaşta İsrail ordusu bozguna uğrar ve şehirler yağma edilerek Tanrı Tapınağı yerle bir edilir, yıllarca babil hükümdarlığı altında köle olarak yaşayan israiloğulları yıllar sonra affedilerek ana yurtlarına geri dönerler ve 2. Tanrı tapınağını inşa ederler, fakat yeni düşman kapıdadır. Roma imparatorluğu İsrail'i işgal eder ve 2. Tanrı Tapınağıda yok edilir ve günümüze tapınaktan geriye sadece batı duvarı olarak adlandırılan duvar kalır (yahudiler için kutsal sayılan ağlama duvarı).
Romalılar tarafından dağıtılan yersiz yurtsuz bırakılan israil kavmi dünyanın çeşitli bölgelerine dağılır ve devletsiz bir şekilde yıllarını geçirirler, fakat hikaye burada bitmez. 2. dünya savaşı sırasında yaşananlar herkesin malumu, fakat bunun arkasında yatan sebepler herkesin malumu değil. Mesela pek az kişi Hitlerin partisinin İngilizler tarafından finanse edilip kuvvetlendirildiğini bilir, pek az kişi o zamanlarda ingiltere'de yaşayan bazı malum yahudi ailelerin (rothschild vs.) yahudi soykırımında hitlere destek olduklarını bilir ve yine pek az kişi kendi halkını gözünü bile kırpmadan kırdıran bu ailelerin daha sonra oluşan "yahudiler ne ezildi ne çile çektiler arkadaş" olgusu yaratarak ve ingiliz hükumetinin gücünü kullanarak günümüzde bütün Birleşmiş Milletler kurallarına aykırı bir biçimde (fakat o sıra BM bu olayı kuralları hiçe sayarak anında onaylamıştır), filistin toprakları içerisinde günümüz israil devletinin özellikle kudüs'ü başkent göstererek kurulmasını sağladıklarını ve askeri olarak varlığınıda garantiye aldıklarını bilir. Yani herkesin genel olarak bildiği israil küçük amerikadır lafı yenine aslında israil bir ingiliz projesidir (yahudi soykırımıda dahil olmak üzere) demek tarihsel açıdan daha doğrudur, amerikanın şuan yaptığı dünyanın hali hazırdaki süper gücü olarak zamanında ingilterenin yaptığı gibi israilin bekasını korumaktan başka birşey değildir, bununda sebebi hükumetler değil o hükumetleri görünmez ellerle yöneten dev yahudi ailelerdir.
Kısaca değindiğim israiloğulları tarihinde iki unsur çok dikkat çekiyor, ken'an diyarı toprakları ve büyük tapınak. Peki bunun günümüzle ve büyük ortadoğu projesiyle ne alakası var, neden yahudiler ısrarla kudüs merkezli bir ortadoğu ülkesi yaratma çabasındalar? Gelin bu meşhur ken'an diyarı (vaat edilmiş kutsal topraklar) yozlaşmış tevrat ve günümüz yahudi inancına göre nereymiş bir görelim...
Meşhur ortadoğu projesi haritasının bu olduğu söylenir (tevrat temelli bilgilere dayanarak), güncel halinde bizim şuan ki güneydoğu bölgelerimizi de içine aldığından bahsediliyor. Yahudi inancı şu temel üzerine oturmuştur, " israiloğulları vaat edilen topraklar tanrının devletini kurdukları vakit tüm dünyaya hükmedecek bir krallık olacaklardır." ve bu kısaca özetlemem gerekirse şu şekilde olacakmış, " büyük israil devleti kurulup tapınak yeniden inşaa edildiğinde Tanrı o tapınağa girer ve büyük israil devletinin bekasını ve dünya eğemenliğini sağlar bu sayede tek din-tek dil-tek devlet olgusu (New World Order) tamamlanmış olur"
Şimdi bu işte bir gariplik var, bizim kültürümüzdeki inanışa göre ise, deccal dünyada dolaşır bozgunculuk ve sahte peygamberliğe kadar uzanan olguları kullanarak büyük güç ve büyük destek edinir, en sonunda süleyman tapınağına girerek kendini tanrı ilan eder ve iyiyle kötü arasındaki mutlak ve son savaşı başlatır, takip eden zamanda Hz. İsa dünyaya tekrar gelerek Allah için savaşan orduları yönetir ve deccali yok eder. Bizim deccal olarak sınıflandırdığımız varlığı yozlaşmış yahudi inancı kurtarıcı Tanrı olarak sınıflandırır, ilginç...
Her iki kültürün inanışında da gördüğünüz üzere ortada bir yeniden inşa edilmiş tapınak vardır, buda bizi şu sonuca götürüyor, süleyman tapınağı (büyük tapınak) yeniden inşa edilmediği müddetçe israillilerin büyük planı ve mutlak hakimiyeti asla gerçekleşemeyecektir. Fakat bildiğiniz üzere şuan tapınak bölgesinde müslümanlar tarafından oldukça kutsal sayılan Mescidi Aksa ve Kubbe-tül Sahra yer almaktadır ve tapınağın inşası bu iki mekanın yok edilmesi gerekmekte. E tabi normal şartlarda bu iki mekana gelecek bir zarar bütün müslüman alemini birleştirip savaşa sokacağı için akıllı bir düşman öncelikle bu tehdidi ortadan kaldırmalıdır, bunu da günümüzde ne denli güzel başardıklarını görüyoruz, ortadoğuda birbirine düşmeyen tek bir müslüman ülke kalmamıştır ve hepsinin dizginleri malum güçlerin elindedir bu sebepten bugün tapınak yeniden inşa ediliyor deseler anca kınamakla, bizim sabrımızı zorlamayın tarzı boş beleş laflardan başka birşey yapamayız.
Günümüzde işid, taliban, boko-haram vs. tarzı birilerinin maşası olarak oluşturulmuş aşırı islamcı (islamla uzaktan yakından alakası olmayan) fanatik terörist gruplar dünyadaki müslüman imajını yerle bir etmiş ve zaten cahil olan müslüman halkı avuçlarının içine alarak birlik beraberlik sağlanmasını imkansız hale getirmişlerdir. Düşmanın ise yapacağı tek bir şey kaldı o da tetiğe basmak ve planını harekete geçirmek benim tahminim bunun için geriye kalan tek şey bölgedeki kalan müslüman devletlerin ekonomilerini yok ederek vakti geldiğinde ordularını bile finanse edemez hale getirmektir.
İşte meşhur büyük ortadoğu projesinin ana resmi ve alt olgularını bunlardır arkadaşlar, petrol ve doğal kaynaklar birer araç olarak kullanılır fakat ana amaç yahudilerin yozlaşmış dini inanışlarını hayata geçirip mutlak hakimiyeti yaratacak olaylar zincirini başlatıp dünya egemenliği kurmaktır. Kulağa iyi kötünün savaştığı filmlerin konusu gibi geliyor ama gelin görün ki adamlar yıllardır sabırla ve her türlü maddi manevi gücü kullanarak bunu gerçeğe döküyorlar. Merak eden yada şüphe duyan herkes internete girip, ortadoğuda ülkesinin bekası için çalışan liderlere, din adamlarına neler olduğunu okusun, ben size spoiler vereyim hepsi sonunda ölüyorlar.
Bonus 1: israil bayrağının anlamı; yukarıdaki mavi çizgi fırat nehrini, aşağıdaki mavi çizgi ise nil nehrini sembolize eder, ortadaki beyaz alan ise ikisi arasındaki toprakları, yıldız ise bu toprakların israil mülkü olduğunu sembolize eder.
Peki bu konuda birey olarak biz ne yapabiliriz?
Öncelikle okuyarak, öğrenerek, gerek dinimizin anlamını gerek dünyada dönen politik oyunları keşfederek bireysel olarak her konuda aydınlanmalıyız ki çevremizede hakikatleri yayalım ve insanları gelecek olan tehdide ve bu tehdidin uşaklarına karşı uyaralım. Televizyonda her Allahuekber diyen liderin arkasından koyun gibi koşarak (dini menfaat uğruna siyasete alet etmek islamda yasaktır), Kuran bilgilerinden uzaklaşıp uydurma hadislerin peşine düşerek, dünya dediğimiz yeri sadece ay sonunda kiranı ödeyebilmek için geldiğin bir yer sanmaya devam ederek bu iş olmaz, bu iş olmayacağı gibi zamanı geldiğinde senden o sahte liderini, yozlaştırdığın inancını ve elinde kalan son özgürlüğünüde aldıklarında aklın başına dank eder ama iş işten geçmiş olur.
Bonus 2:
Bu video ya yorum yapmaya gerek yok onca şey yazdık, adamda saolsun kendi ağzıyla herşeyi anlatıyor...
22 Temmuz 2015 Çarşamba
Yaşam Enerjisi
Herkese selam,
Bugünkü yazımız insandan hayvana gezegenlerden bitkilere kadar yaratılmış her bir nesneyi kapsayan bir olguyu ele alacak, Yaşam Enerjisi...
Yaşam enerjisi dediğimiz kavram dünyanın çeşitli yerlerinde pek çok isimle anılır, uzak doğuda CHİ, Kİ, hindistanda PRANA, güney amerikada MANA, antik mısırda KA ve müslümanlıkta ise BARAKA, listeyi dahada uzatmamız mümkündür. Peki nedir bu enerji, bize ne gibi faydası yada zararları vardır ve bu enerjiyi kullanarak ne yapabiliriz?
*Yazımıza geçmeden önce şunu bir not olarak düşeyim; "Ya ne chi si ne ki si ben inanmam arkadaş böyle hurafelere" tarzı laflar ve inanışlar gerçekte var olan şeyleri değiştirmez, zamanında elektrik enerjisi için sihir ve şarlatanlık diyen insanlar gibi küçük kabuklarınızda yaşayıp ölecek kadar manasız biz dünyada yaşamıyoruz gerçeği bulmak istiyorsak açık fikirlilikle bu yola çıkmamız ve bulduğumuz her ne olursa da mantık ve inancımızla harmanlamamız gerekiyor, insanlık ancak böyle ilerleyip bir yerlere varabilir.
Şimdi yazımıza başlayabiliriz, ilk merak edilen soruyla başlayalım, Nedir bu yaşam enerjisi?
Din ve kuantum fizik bize geçen yıllarda şunu göstermiştir, yaratılan herşey saf enerjiden meydana gelir ve bu enerji bir şekilde kütle kazanarak (dinde bunu yapan Allah'tır, kuantum fizikte ise Gözlemci olarak adlandırılan olgudur) belirli bir frekansta titreyen maddeye dönüşür. Yani özümüzde hepimiz kardeşiz yerine hepimiz aslında birer enerjiyiz demek çok daha doğru olacaktır, işte yaşam enerjisi (ben bundan sonra yazması kolay olduğu için chi diyeceğim) burada devreye girer sizin enerjiden maddeye dönüşmüş olan bedeninizin ana kaynağı ile olan bağlantısını ve gücünü korur, ana kaynak inanan bir kişi için yaratıcısıdır, kişi inanmıyorsa bir an önce bazı konuları düzgünce araştırmaya başlasa iyi olur çünkü günümüzün new age kitaplarında bol miktarda yazdığının aksine evren size hiç bir şey sunmaz yada vermez, evren belirli birtakım gazlardan oluşmuş bir havuzdan başka bir şey olmadığı gibi bir başlangıcı ve sonu olan ölümlü bir oluşumdur bu yüzden evrenden şunu bunu istiyorum demeniz evimdeki çamaşır makinemden enerji çekiyorum demenizle aynı konumdadır.
Chi enerjisi maddesel olarak oluştuğunuz ilk andan ölene kadar sizin ana kaynakla olan bağınızı korur ama bu bağın gücünü arttırmak yada azaltmak sizinde elinizdedir. İnsan bedeninde yaratılış itibarı ile 7 adet çakra bölgesi vardır bunlar, taç çakra, 3. göz çakrası (alın), boğaz çakrası, kalp çakrası, solar plexus denilen midenizin üzerindeki çakra, sakral (hara) çakra ve son olarak kök çakradır.
* muminun suresi 17. ayet: " Andolsun ki biz sizin üzerinizde yedi yol yarattık. Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz"
* casiye suresi 20. ayet: " Bu Kuran, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o."
Yukarıdaki resimdende anlaşılacağı üzere her çakranın vücudumuz üzerinde belirli bir bölgesi ve temsil ettiği belirli bir rengi vardır, bu özellikleri kısaca özetliyecek olursak(detaylar için bana mail atabilirsiniz);
1- Kök Çakra: Dünyaya ve dünyevi şeylere olan bağlılığı sembolize eder, korkular, dünyevi endişeler ve maddeye olan düşkünlük bu çakranın tıkanmasına sebep olur. Korkularımızla yüzleşip onları aşarak ve dünyevi dertlerimizin aslında kısacık ömrümüzde ne kadar gereksiz olduğunu anlayarak ve yaşadığımız ve yaşayacağımız herşeyi sevgiyle kabullenerek bu çakramızı açabiliriz.
2- Hara Çakra: Bu çakra zevk ve duygu olgusunu temsil eder, yanlış ve aşırı cinsellik (zina, aldatma), keder, suçluluk duygusu gibi negatif olgular bu çakranın tıkanmasına sebep olurken, kişinin kendini bağışlaması, hayvani kökenli cinsel dürtülerini kontrol altına alması ve negatif duyguların içinde büyümeden geçip gitmesine izin vermesiyle çakra açılır.
3- Solar Plexus (göbek çakrası): Bu çakra kişisel dengeyi ve kişinin kendine olan güvenini temsil eder, kendine olan güvensizlikler, utanç geçmişte yaptığımız hataları içimizde büyütme yada aşırı ego bu çakranın tıkanmasına sebep olur. Utançlarımızı, kendimizle ilgili hayal kırıklıklarımızı ve egomuzu aşarak bu çakrayı açabiliriz.
4- Kalp Çakrası: Kişisel ve evrensel sevgiyi sembolize eder, aşırı eleştirel tavırlar, keder, sevgisizlik, kayıplarımızın ardından tuttuğumuz yas ve derin üzüntü ve kendini soyutlama bu çakranın bloke olmasına sebep olur. Yaratılan herşeyi ve kendimizi severek, kusurları görmektense onları kabullenip varlıkları olduğu gibi benimseyip severek ve kayıplarımızı bir yok oluş değil sadece döngünün bir parçası olarak görürsek bu çakrayı açabiliriz.
5- Boğaz Çakrası: Gerçekleri ve konuşmayı temsil eder, yalanlar, küfür, inkar gibi olgular bu çakranın tıkanması neden olur. Dürüstlük, gerçeği savunma ve söyleme ve güzel sözler bu çakranın açılmasını sağlar.
6- 3. Göz çakrası: Sezgi gücünü ve hakikat olgusunu temsil eder, kendimize ve çevremize karşı oluşturduğumuz duvarlar, kendimizi bütünden ayrı görmek bu çakranın tıkanmasına sebep olur. Yaratılan herşeyin bir ve bağlantılı olduğu olgusu ve ortak bilinç ile bu çakramızı açabiliriz.
7- Taç Çakra: Yaratıcıyı ve ilahi gücü temsil eder, inançsal bozukluk ve kırıklıklar, yaratılmış şeylere fazla bağlılık, ruhani bir varlık olduğumuzdansa fiziksel bir canlı olduğumuza dair aşırı inanç bu çakranın tıkanmasına sebep olur. İlahi varlığımızı kabul etmek, bu hayatın bir illüzyon olduğunu benimseyip esas varlık özümüze odaklanmak ve yaratıcımızla olan bağımızı güçlendirmek bu çakrayı açar.
Çakralardaki tıkanıklıklar enerji akışını düşüreceği için bölgeleriyle ilişkili çeşitli hastalıklara neden olurlar. Özellikle son yıllarda tavan yapan kanser ve mide rahatsızlıkları konusunda toplumsal yaşayış tarzımızdan kaynaklanan negatif olgular kesinlikle incelenmelidir.
Çakralarımızı açmak ve daha üst bir bilinç seviyesine erişerek chi akışımızı güçlendirmek için kültürler farklı methodlar geliştirmişlerdir, yoga yapmak, namaz kılmak, meditasyon yapmak, oruç tutmak bunlardan sadece bazılarıdır. Yaşam enerjiniz ne kadar yükselirse onunla yapabileceğiniz şeylerde artar. Fakat şunu unutmayın namaz kılıyorum diye yatıp kalkarak, yoga yapıyorum diye merkeze gidip onu bunu keserek bu iş olmaz, ruhani ilimler ciddi disiplin ve özen gösterilmesi gereken bir konudur ve kişi bu çerçevede olaya tam anlamıyla kendini vererek yaklaşmalıdır.
- Uzak doğunun ve bizimde kültürümüzün bir parçası olan şifacılık bu chi enerjisinin hasta bedenler üzerinde kullanılarak kişinin sağlığına daha hızlı kavuşmasını sağlamayı hedefler.
- Bazı Budist rahipleri bu enerjiyi kullanarak vücutları üzerinde görünmez bir kalkan oluşturup darbelere yada sert hava koşullarına karşı insanüstü direnç gösterirler.
- İslam tarihindede pek çok evliya bu enerjiyi ve farklı teknikleri kullanarak duyu dışı algılama olarak bilinen pek çok yetiye sahip olduklarını ve bu yetileri nasıl kazandıklarını tasavvuf kitaplarında yazmışlardır.
Bu mini belgesel yıllar önce uzak doğuda çekilmiştir, bir chi ustasının chi enerjisini kullanarak yaptıkları gerçekten şaşırtıcı, özellik 3:30 dan sonrasına dikkat...
Chi enerjisini iyi yada kötü niyetler için aktarmak için onlarca farklı yol vardır, bazen sadece hasetli bir bakışla bile karşınızdakine negatif chi gönderebilirsiniz (kültürümüz buna nazar der). Büyüde negatif bir chi çeşididir ve canlılara zarar vermek için kullanılır bu sebepten ötürü dinen ve pek çok kültürde kanunen yasaklanmıştır. Bu gibi negatif chi saldırılarından kendimizi korumak için bizzat kendi enerji seviyemizi yüksek tutmamız çok önemlidir, bu sayede karşı taraftan gelecek negatif saldırılar bize nüfuz edemez. Benim kişisel tavsiyem dua etmektir, dua içten edildiğinde insanın enerjisi o an ciddi manada yükselten bir katalizör görevi yapar.
Sözlerimizdeki pozitif yada negatif chi nin gücünü göstermek için japonyada su taneleri üzerinde yapılan bir deneyin resimlerini paylaşalım.
Yukarıdaki resimlerde su zerrelerinin güzel söz söylendiğinde yada kötü söz söylendiğinde aldıkları şekiller var, insan vücudunun %70 i su olduğuna göre bence çevremizdekilere daha çok iltifat etmemiz gerekir...
Bu deney sadece su üzerinde değil bitkiler ve hayvanlar üzerindede denenmiş ve kötü söz söylenen bitkilerin daha erken öldükleri güzel söz söylenenleri ise daha bir canlandıkları görünmüştür, aynı şekilde hayvanların süt verme oranlarındada ciddi değişimler söz konusu olmuş bu sebepten avrupada tesislerde hayvanlara klasik müzik dinletme olayı gitgide yaygınlaşmaya başlamıştır.
Toparlamamız gerekirse, bedenimizi kötü duygulardan, sigara, alkol vs. gibi zararlı madde ve besinlerden uzak tutarak, dengeli ve sağlıklı beslenip kendimize ve etrafımızdaki her canlıya karşı pozitif duygular besleyerek bedenimizdeki chi akışını güçlendirebiliriz. Daha derine inmek isteyenler olursa enerjini ciddi manada arttıracak olan, düzenli meditasyon, namaz, yoga gibi aktivitelerde bulunmanızı ve tasavvuf, reiki vb felsefik yaklaşımları araştırarak kendinize en uygun yolu çizmenizi tavsiye ederim.
Ve şunu asla unutmayın, SİZ RUHA SAHİP BİR BEDEN DEĞİLSİNİZ, BEDENE SAHİP BİR RUHSUNUZ, bu yüzden önceliğiniz her zaman ruhunuzu beslemek olsun beden zaten ona ayak uydurucaktır.
Bugünkü yazımız insandan hayvana gezegenlerden bitkilere kadar yaratılmış her bir nesneyi kapsayan bir olguyu ele alacak, Yaşam Enerjisi...
Yaşam enerjisi dediğimiz kavram dünyanın çeşitli yerlerinde pek çok isimle anılır, uzak doğuda CHİ, Kİ, hindistanda PRANA, güney amerikada MANA, antik mısırda KA ve müslümanlıkta ise BARAKA, listeyi dahada uzatmamız mümkündür. Peki nedir bu enerji, bize ne gibi faydası yada zararları vardır ve bu enerjiyi kullanarak ne yapabiliriz?
*Yazımıza geçmeden önce şunu bir not olarak düşeyim; "Ya ne chi si ne ki si ben inanmam arkadaş böyle hurafelere" tarzı laflar ve inanışlar gerçekte var olan şeyleri değiştirmez, zamanında elektrik enerjisi için sihir ve şarlatanlık diyen insanlar gibi küçük kabuklarınızda yaşayıp ölecek kadar manasız biz dünyada yaşamıyoruz gerçeği bulmak istiyorsak açık fikirlilikle bu yola çıkmamız ve bulduğumuz her ne olursa da mantık ve inancımızla harmanlamamız gerekiyor, insanlık ancak böyle ilerleyip bir yerlere varabilir.
Şimdi yazımıza başlayabiliriz, ilk merak edilen soruyla başlayalım, Nedir bu yaşam enerjisi?
Din ve kuantum fizik bize geçen yıllarda şunu göstermiştir, yaratılan herşey saf enerjiden meydana gelir ve bu enerji bir şekilde kütle kazanarak (dinde bunu yapan Allah'tır, kuantum fizikte ise Gözlemci olarak adlandırılan olgudur) belirli bir frekansta titreyen maddeye dönüşür. Yani özümüzde hepimiz kardeşiz yerine hepimiz aslında birer enerjiyiz demek çok daha doğru olacaktır, işte yaşam enerjisi (ben bundan sonra yazması kolay olduğu için chi diyeceğim) burada devreye girer sizin enerjiden maddeye dönüşmüş olan bedeninizin ana kaynağı ile olan bağlantısını ve gücünü korur, ana kaynak inanan bir kişi için yaratıcısıdır, kişi inanmıyorsa bir an önce bazı konuları düzgünce araştırmaya başlasa iyi olur çünkü günümüzün new age kitaplarında bol miktarda yazdığının aksine evren size hiç bir şey sunmaz yada vermez, evren belirli birtakım gazlardan oluşmuş bir havuzdan başka bir şey olmadığı gibi bir başlangıcı ve sonu olan ölümlü bir oluşumdur bu yüzden evrenden şunu bunu istiyorum demeniz evimdeki çamaşır makinemden enerji çekiyorum demenizle aynı konumdadır.
Chi enerjisi maddesel olarak oluştuğunuz ilk andan ölene kadar sizin ana kaynakla olan bağınızı korur ama bu bağın gücünü arttırmak yada azaltmak sizinde elinizdedir. İnsan bedeninde yaratılış itibarı ile 7 adet çakra bölgesi vardır bunlar, taç çakra, 3. göz çakrası (alın), boğaz çakrası, kalp çakrası, solar plexus denilen midenizin üzerindeki çakra, sakral (hara) çakra ve son olarak kök çakradır.
* muminun suresi 17. ayet: " Andolsun ki biz sizin üzerinizde yedi yol yarattık. Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz"
* casiye suresi 20. ayet: " Bu Kuran, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o."
Yukarıdaki resimdende anlaşılacağı üzere her çakranın vücudumuz üzerinde belirli bir bölgesi ve temsil ettiği belirli bir rengi vardır, bu özellikleri kısaca özetliyecek olursak(detaylar için bana mail atabilirsiniz);
1- Kök Çakra: Dünyaya ve dünyevi şeylere olan bağlılığı sembolize eder, korkular, dünyevi endişeler ve maddeye olan düşkünlük bu çakranın tıkanmasına sebep olur. Korkularımızla yüzleşip onları aşarak ve dünyevi dertlerimizin aslında kısacık ömrümüzde ne kadar gereksiz olduğunu anlayarak ve yaşadığımız ve yaşayacağımız herşeyi sevgiyle kabullenerek bu çakramızı açabiliriz.
2- Hara Çakra: Bu çakra zevk ve duygu olgusunu temsil eder, yanlış ve aşırı cinsellik (zina, aldatma), keder, suçluluk duygusu gibi negatif olgular bu çakranın tıkanmasına sebep olurken, kişinin kendini bağışlaması, hayvani kökenli cinsel dürtülerini kontrol altına alması ve negatif duyguların içinde büyümeden geçip gitmesine izin vermesiyle çakra açılır.
3- Solar Plexus (göbek çakrası): Bu çakra kişisel dengeyi ve kişinin kendine olan güvenini temsil eder, kendine olan güvensizlikler, utanç geçmişte yaptığımız hataları içimizde büyütme yada aşırı ego bu çakranın tıkanmasına sebep olur. Utançlarımızı, kendimizle ilgili hayal kırıklıklarımızı ve egomuzu aşarak bu çakrayı açabiliriz.
4- Kalp Çakrası: Kişisel ve evrensel sevgiyi sembolize eder, aşırı eleştirel tavırlar, keder, sevgisizlik, kayıplarımızın ardından tuttuğumuz yas ve derin üzüntü ve kendini soyutlama bu çakranın bloke olmasına sebep olur. Yaratılan herşeyi ve kendimizi severek, kusurları görmektense onları kabullenip varlıkları olduğu gibi benimseyip severek ve kayıplarımızı bir yok oluş değil sadece döngünün bir parçası olarak görürsek bu çakrayı açabiliriz.
5- Boğaz Çakrası: Gerçekleri ve konuşmayı temsil eder, yalanlar, küfür, inkar gibi olgular bu çakranın tıkanması neden olur. Dürüstlük, gerçeği savunma ve söyleme ve güzel sözler bu çakranın açılmasını sağlar.
6- 3. Göz çakrası: Sezgi gücünü ve hakikat olgusunu temsil eder, kendimize ve çevremize karşı oluşturduğumuz duvarlar, kendimizi bütünden ayrı görmek bu çakranın tıkanmasına sebep olur. Yaratılan herşeyin bir ve bağlantılı olduğu olgusu ve ortak bilinç ile bu çakramızı açabiliriz.
7- Taç Çakra: Yaratıcıyı ve ilahi gücü temsil eder, inançsal bozukluk ve kırıklıklar, yaratılmış şeylere fazla bağlılık, ruhani bir varlık olduğumuzdansa fiziksel bir canlı olduğumuza dair aşırı inanç bu çakranın tıkanmasına sebep olur. İlahi varlığımızı kabul etmek, bu hayatın bir illüzyon olduğunu benimseyip esas varlık özümüze odaklanmak ve yaratıcımızla olan bağımızı güçlendirmek bu çakrayı açar.
Çakralardaki tıkanıklıklar enerji akışını düşüreceği için bölgeleriyle ilişkili çeşitli hastalıklara neden olurlar. Özellikle son yıllarda tavan yapan kanser ve mide rahatsızlıkları konusunda toplumsal yaşayış tarzımızdan kaynaklanan negatif olgular kesinlikle incelenmelidir.
Çakralarımızı açmak ve daha üst bir bilinç seviyesine erişerek chi akışımızı güçlendirmek için kültürler farklı methodlar geliştirmişlerdir, yoga yapmak, namaz kılmak, meditasyon yapmak, oruç tutmak bunlardan sadece bazılarıdır. Yaşam enerjiniz ne kadar yükselirse onunla yapabileceğiniz şeylerde artar. Fakat şunu unutmayın namaz kılıyorum diye yatıp kalkarak, yoga yapıyorum diye merkeze gidip onu bunu keserek bu iş olmaz, ruhani ilimler ciddi disiplin ve özen gösterilmesi gereken bir konudur ve kişi bu çerçevede olaya tam anlamıyla kendini vererek yaklaşmalıdır.
- Uzak doğunun ve bizimde kültürümüzün bir parçası olan şifacılık bu chi enerjisinin hasta bedenler üzerinde kullanılarak kişinin sağlığına daha hızlı kavuşmasını sağlamayı hedefler.
- Bazı Budist rahipleri bu enerjiyi kullanarak vücutları üzerinde görünmez bir kalkan oluşturup darbelere yada sert hava koşullarına karşı insanüstü direnç gösterirler.
- İslam tarihindede pek çok evliya bu enerjiyi ve farklı teknikleri kullanarak duyu dışı algılama olarak bilinen pek çok yetiye sahip olduklarını ve bu yetileri nasıl kazandıklarını tasavvuf kitaplarında yazmışlardır.
Chi enerjisini iyi yada kötü niyetler için aktarmak için onlarca farklı yol vardır, bazen sadece hasetli bir bakışla bile karşınızdakine negatif chi gönderebilirsiniz (kültürümüz buna nazar der). Büyüde negatif bir chi çeşididir ve canlılara zarar vermek için kullanılır bu sebepten ötürü dinen ve pek çok kültürde kanunen yasaklanmıştır. Bu gibi negatif chi saldırılarından kendimizi korumak için bizzat kendi enerji seviyemizi yüksek tutmamız çok önemlidir, bu sayede karşı taraftan gelecek negatif saldırılar bize nüfuz edemez. Benim kişisel tavsiyem dua etmektir, dua içten edildiğinde insanın enerjisi o an ciddi manada yükselten bir katalizör görevi yapar.
Sözlerimizdeki pozitif yada negatif chi nin gücünü göstermek için japonyada su taneleri üzerinde yapılan bir deneyin resimlerini paylaşalım.
Yukarıdaki resimlerde su zerrelerinin güzel söz söylendiğinde yada kötü söz söylendiğinde aldıkları şekiller var, insan vücudunun %70 i su olduğuna göre bence çevremizdekilere daha çok iltifat etmemiz gerekir...
Bu deney sadece su üzerinde değil bitkiler ve hayvanlar üzerindede denenmiş ve kötü söz söylenen bitkilerin daha erken öldükleri güzel söz söylenenleri ise daha bir canlandıkları görünmüştür, aynı şekilde hayvanların süt verme oranlarındada ciddi değişimler söz konusu olmuş bu sebepten avrupada tesislerde hayvanlara klasik müzik dinletme olayı gitgide yaygınlaşmaya başlamıştır.
Toparlamamız gerekirse, bedenimizi kötü duygulardan, sigara, alkol vs. gibi zararlı madde ve besinlerden uzak tutarak, dengeli ve sağlıklı beslenip kendimize ve etrafımızdaki her canlıya karşı pozitif duygular besleyerek bedenimizdeki chi akışını güçlendirebiliriz. Daha derine inmek isteyenler olursa enerjini ciddi manada arttıracak olan, düzenli meditasyon, namaz, yoga gibi aktivitelerde bulunmanızı ve tasavvuf, reiki vb felsefik yaklaşımları araştırarak kendinize en uygun yolu çizmenizi tavsiye ederim.
Ve şunu asla unutmayın, SİZ RUHA SAHİP BİR BEDEN DEĞİLSİNİZ, BEDENE SAHİP BİR RUHSUNUZ, bu yüzden önceliğiniz her zaman ruhunuzu beslemek olsun beden zaten ona ayak uydurucaktır.
21 Temmuz 2015 Salı
Uzaylılar ve İnsanlık
Yüzlerce filme, oyuna, belgesele ve inanışa temel olmuş uzaylı kavramını blog'uma eklemezsem olmaz dedim ve yeni konumuzu uzaylılar ve geçmişten günümüze insanlarla olan ilişkileri olarak belirledim.
Olayı üç ana maddede incelersek daha verilmli olacak,
1- Tarihte uzaylılar
2- Dinlerde uzaylılar
3- Bilim ve uzaylılar
Bu başlıklar doğrultusunda yazımıza başlayalım...
1- Tarihte uzaylılar,
İnsanoğlu bizim bildiğimiz tarihi kadarıyla her zaman üstün bir varlığa inanma ve kendini adama eğiliminde olmuştur bu tarih boyunca toplumlarda kendini ateşe tapma, güneşe tapma, doğaya tapma vs. olarak göstermiş ve günümüzde çeşitli peygamberler aracılığı ile insanlığın büyük bir kısmını içine alan semavi dinlere kadar gelmiştir. Fakat bu sıralamanın içerisinde garip bir şekilde Gökten Gelenlere Tapma olarak adlandırılan bir olgu vardır ve bu olgu ciddi manada antik medeniyetler üzerinde gerek kültürlerini oluşturmada gerek o medeniyeti kurmalarında etkili olmuştur.
Peki nedir bu Gökten gelen varlıklar (onların değimiyle tanrılar)?
-Antik kültürler göklerden gelen bu ziyaretçileri kendi algıları doğrultusunda anlatmaya çalışmış ve kendilerine verdikleri bilgileri bir sonraki nesle aktarmaları için ellerinden geldiği kadarıyla kayıt altına almışlardır.
Bu resimler M.Ö. 5000-6000 yılları arasında Avustralya, Afrika ve Güney Amerika'da mağara duvarlarına çizilmiştir. Birbirleriyle en ufak bir etkileşim içine giremeyecek bu kabileler nasıl oluyorda bu kadar benzer varlıkları resmediyorlar?
Eski insanlar bu varlıkları tarif ederken şu benzer ifadeleri kullanırlar, ışık saçan, olağanüstü güçleri olan, kendilerine tarımı, hayvancılığı ve inşaat gibi temel konuları öğreten varlıklar.
- Tarihteki uzaylı yolculuğumuza devam edelim, sıradaki durağımız Güney Amerikadaki antik bir şehir harabesi olan Puma Punku. Puma Punku yaklaşık 14.000 yıllık bir şehir harabesidir fakat yaşından ziyade uzmanları şaşırtan şehirdeki mimari kusursuzluktur.
Şehrin pek çok yerinde yapı malzemesi olarak çok sert granit kullanılmış olup taş oymacılığındaki işçilik aradan binlerce yıl geçmesine rağmen keskinliğini pek çok örnekte korumaktadır. Taşların kusursuz açılarda kesilmesinden tutun oymaların içindeki dahada hassas süslemelere kadar kullanılan teknoloji günümüzde uzmanları düşündürmektedir.
Alandan alınan bazı taş örnekleri laboratuvar ortamında sırasıyla lazer ve modern elmas kesicilerle kesilmiş olup çıkan sonuç lazerden daha hassas taş kesimi yapan modern elmas kesicilerin tarzına benzemektedir. Ana yapı malzemelerinde kullanılan kesilmiş kaya bloklarınında ağırlığı 100 ton ile 300 ton arasında değişmektedir.
- Antik tarihte uzaylılarla ilgili en iyi arşivi Sümerliler tutmuşlardır, yaratılış hikayelerinden başlayarak medeniyetlerini kurarken onlara göre tanrılarından aldıkları ziyaret ve yardımlara dair onlarca tablet vardır. Sümer yaratılış efsanesini ileriki günlerde yazacağım blog'umda daha detaylı anlatacağım fakat bir özet geçersek eğer, insanoğlunu uzaylı bir ırkın(onlara göre başka gezegenden gelen tanrılar) yarattığını savunan bir inanışları vardı, bu ırka Annunaki demişlerdir bu kelimenin anlamı "gökyüzünden dünyaya gelenler" demektir. Oymalarda kanatlı yada kartal başlı insan, diğer insanlardan daha büyük ve farklı takılar yada ellerindeki o zamanki kültürün kullandığı araçlara benzemeyen aletlerle resmedilirler. Marduk isimli bir gezengenden dünyaya geldikleri ve kendi amaçları doğrultusunda kullanmak için insan ırkını yarattıklarına inanırlar.
-Daha yakın tarihe baktığımızda ise 1561 yılında gerçekleşen Nuremberg olayını görürüz bu olay resmi kayıtlara geçen ilk UFO vakasıdır. Almanyanın Nuremberg kasabasının sakinleri bir sabah uyandıklarında bu olağandışı olaya tanıklık etmişlerdir. Olaya şahit olanlar ifadelerinde şu kelimelere yer vermişlerdir, " Sabah göğe baktığımızda onlarca havada asılı daire ve haç gördük, daireler inanılmaz hızlarda hareket ediyor ve etraflarındaki diğer şeylerle çarpışıyorlardı, kimileri alev alıp yere düştüler ve sonunda haç şeklinde olanlar bütün yuvarlakları yok etti." bu alıntı zamanın gazetesi olan Gazette of the town of Nuremberg'de yayınlanmıştır. Olaylar civar kasaba ve köylerdede görülüp kayıt altına alınmıştır.
Yukarıdaki resim olaylar yaşanırken olanları anlatmak amacıyla çizilmiş ve arşivlenmiştir.
*Antik uzaylılara dair daha pek çok resim için Google'a antik uzaylılar yazmanız yeterlidir.
2- Dinlerde Uzaylılar
Şimdi geldik olayın daha derin ve üzeri örtülü bir hal aldığı bölüme. Eski kabilelerin inanışlarından günümüzün semavi dinlerine kadar dünya dışı varlıkları hemen hemen tüm inanışlarda ve kitaplarda görmeniz mümkündür.
Eski uygarlıklar bizim günümüzde uzaylı olarak sınıflandırdığımız varlıkları sıklıkla tanrılar olarak ilan etmişlerdir, bunu anlamak çokta zor değil daha yeni yeni mağaradan çıkmışsınız saf saf etrafa bakarken gökten araçlarıyla garip ve kudretli varlıklar geliyor ve size medeniye gösterip tekrar göklere çıkıyorlar, o devirdeki bir insan için bu ancak ilahi bir deneyim olabilir ve onlarda bu olayı inanışlarının temeline oturtmuşlar.
Antik uygarlıklarda tek kelimeyle diğerlerinden ayrılan sadece bir yıldız vardır, Sirius. Hemen hemen okuyacağınız tüm antik uzaylı inanışlarında Siriustan gelen öğretmenlere, tanrılara, koruyuculara dair alıntılar bulursunuz ve bunun sonucu olarak insanlar gök yüzündeki bu en yüksek ve parlak yıldıza çok fazla önem vermişlerdir. Mısırlılar takvimlerini bu yıldıza göre ayarlamış, aztekler gibi pek çok güney amerika medeniyeti ölümden sonra bu yıldıza gidileceğine inanmış ve yine az bilinen bir olgu olarak türklerin kendilerine sembol seçtikleri yay, kurt, yıldız şekilleri bu yıldızın kültürlerindeki öneminden gelmiş olduğu söylenir. (kurttan türeyiş efsanesinin, kurt ile temsil edilen siriusla alakalı olduğu söylenir, bir hayvanın 2 tane kimsesiz çocuğu emzirip savaşçıya döndürmesinden daha mantıklı olduğu kesin)
Peki bu yıldızın ve uzaylıların günümüz dinlerindeki yansımaları nelerdir,
Öncelikler Sirius'un kuranda geçen bir örneğine bakalım,
Necm suresi kelime anlamı olarak Yıldız suresi demektir ve edebiyattan bildiğimiz üzere başlık konuyu özetler, burdan yola çıkarak necm suresini inceleyelim. (kuran kat kat sırlanmış bir kitaptır yani kuranda yazanları incelerken hem indiriliş sebebini, hem kelime anlamlarını hemde sembolik anlam ve genel bilgiyi araştırmak lazımdır aksi halde kuranın içeriğini hem küçümsemiş hemde ondan alabileceğimiz bilgiyi sınırlandırmış oluruz)
necm 7: "EN YÜKSEK UFUKTADIR O" (bilimsel olarak sirius en yüksek ufuktadır)
necm 8: "SONRA İYİCE YAKLAŞTI VE SARKTI"
necm 9: " İKİ YAYIN BERABERLİĞİ GİBİ, BELKİ ONDANDA YAKINDI" (sirius a ve b nin yörüngesel hareketi aşşağıdadır üst üste binmiş 2 yay gibidir.)
necm 19-20: "GÖRDÜNÜZMÜ UZZA'YI LAT'I ve ÜÇÜNCÜSÜ OLAN MENAT'I" (bu 3 put eski arap inanışında siriusta yaşayan 3 tanrıyı sembolize eden putlardır, islam öncesi araplar ve islamiyet sonrası dahi bazıları hala bu 3 puttan günahlarının affını dilemekteydi, bu inanışın sebebi binlerce yıldır süre gelen sirius yıldızına tapınmaktan kaynaklanmaktadır.)
necm 23: " Onlar, sizin ve babalarınızın, (tanrı) diye isimlendirdiğiniz (boş, kavramsız) isimlerden başka bir şey değildir. Allah, onlara hiçbir güç (tanrı oldukları hakkında hiçbir delil) indirmemiştir. O(putlara tapa)nlar zanna ve nefislerin hevesine uyuyorlar. Oysa kendilerine, Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir. (Allah binlerce yıldır süre gelen sirius tanrıların yeridir inanışına bir cevap veriyor sanki takip eden ayetlerde şefaatin sadece Allahtan geleceği melek yada başka varlıklardan medet umulmaması gerektiği yazıyor)
necm 49: " DOĞRUSU ŞİRA'NIN (SİRİUS'UN) RABBİ ODUR" (bu da insanoğluna bu konu ile ilgili son kapanış cümlesidir)
-Bu ayet dizisi bize hem bilimsel hemde tarihsel bir ders vermektedir, bilimsel olarak siriusun konumunu (gök yüzündeki bilimsel olarakta en yüksekteki yıldızdır) ve yörüngesini ( ki modern bilimin bunu kanıtlaması 1980 yılında olmuştur). Tarihsel olarakta binlerce yıldır atalarımız tanrı diye taptıkları varlıkların aslında hiçbir bağışlama yada tanrısal hikmete sahip olmadıklarını bu gücün sadece Allah'ta olduğunu ve onlarında rabbinin sadece Allah olduğunu anlatmaktadır.
*Baştada yazdığım gibi Kuran bilgi içinde bilgi içeren bir kitaptır ve necm surası aynı zamanda Hz.Muhammedin Miraç olayınıda anlatır bu yüzden okurken şaşırmayalım...
BONUS: Necm suresinde Şira ismi 49. ayette geçer ve birbirlerine yaklaşma ile ilgili bilgi 9. ayette geçer, Sirius A ve ikizi Sirius B nin birbileri etrafındaki yörünge süreli 49.9 yıldır...
-İncilde ise peygamber Ezekiel açık ve seçik bir şekilde dünya dışı varlıklarla karşılaşmasını ve kendisine Allahtan vahiy getirmelerini anlatır ve bunu yaparken dünya dışı varlıkların bindikleri aracı gökten inerken detaylı bir biçimde tarif eder ve bu an bir resimde şöyle tasfir edilmiştir; Hayvan başlı kanatlı varlıklara dikkat (annunakiler) ve yanında duran dairesel şey Ezekielin tarif ettiği UFO çizimi (o devirde anca bu kadar çıkmış)
- Dinler ve uzaylılar konusundaki en fazla bilgiyi en detaylı şekilde Hinduizm destanlarında bulabilirsiniz (çoğu zaman yalan rüzgarı tadında geçer ama biz konumuza bakalım). Hintlilerin meşhur mahabharata ve bhagavad-gita destanları bize resmen antik çağda geçen bir Star Wars filmini anlatmaktadırlar. M.Ö. 12000 yılında Rama imparatorluğunu anlatan hikayelerde tanrıların (yine antik insanların uzaylılara koydukları benzetme) dünyada bir yerden bir yere gitmek için vimana adında binekler kullandıkları yazılır ve bu binekler detaylı bir şekilde tarif edilmişlerdir. Tariflerden yola çıkılarak yapılan çizimler aşağıdadır.
Tanrılar bu vimanalara binip yeryüzünde ve gökyüzünde inanılmaz hızlarda hareket eder ve savaşırlarmış.
Fakat destanların ilginçlikleri bunlarla bitmez ve garip bir şekilde tanrıların savaşta kullandıkları inanılmaz güçteki silahlardanda bahsederler. Bunlardan bir tanesi Brahmasta silahıdır, destanda silahın etkilerinden şöyle bahseder, "Silah kullanıldığı zaman hiç bir defansif önlem işe yaramaz, patladığında binlerce güneşten daha parlak bir ışık yayar ve düştüğü yerdeki herkesi ve herşeyi kül edip yakarak öldürür, o an ölmeyenler ise daha acı ve yavaş bir biçimde derileri çürüyerek ölürler..." bu tasvir sanırım aklınıza bir silahı getirmiştir, atom bombası, ama işler sadece hikayede patlayan atom bombaları ile kalmıyor bilim adamları konuyu araştırmak için hikayedeki anlatılan bölgeleri bulmaya çalışıyorlar ve arayış onları pakistanın güneyindeki indus vadisine götürüyor. Burada antik kent Mohenjo-Daro'yu keşfederler (kelime anlamı ölüler dağı) antik kentte yapılan kazılar sonucu el ele tutuşmuş onlarca insan kemiğine rastlanır, bu insanların kemikleri üzerinde yapılan araştırmalar kişilerin ani ve travmatik bir olay sonucu öldüklerini belirlemiştir gariplikler bununlada bitmez bölgedeki radyasyon seviyesi normalin çok üzerindedir ve şehrin yakınında 45 metre çapında bir bölge tespit edilir, 45 metre çapındaki bölgedeki yapılan kazılarda her şeyin cama dönüştüğü ortaya çıkar (nükleer patlamada yada meteor çarpması gibi durumlarda aşırı ısıdan dolayı kum eriyerek cama dönüşür). Destanda daha pek çok ilginç teknoloji ve savaş detayı vardır 100.000 mısradan oluştuğu için tamamını okumak biraz yürek istiyor:).
3- Bilim ve Uzaylılar
Gelelim modern çağa ve bilimin bize uzaylılar hakkındaki söylemlerine.
Öncelikle işin teorik kısmına bakalım, bilim insanları geliştirilen uzay aramaları sayesinde dünyadaki koşullara birebir benzeyen galaksimizde yaşanabilecek onlarca gezegen bulmuşlardır (kepler projesi). Bu gezegenlerin bulunmasında kullanılan method gezegenin yıldızıyla olan mesafesi ölçülür ve yörüngesi hesaplanılarak uygun koşullar altında kalıp kalmadı hesaplanır (buna altın kuşak denir). Bu şartlara uygun gezegenler daha sonra atmosferleri incelenmek üzere izlemeye alınırlar ve rapor hazırlanır. Buradan yola çıkarak matematikçi Frank Drake bir denklem hazırlamıştır, Drake Denklemi denilen bu hesaplamaya göre sadece Samanyolu galaksisinde 100.000 den fazla insanlık seviyesinde yada daha gelişmiş uzaylı medeniyet olması sonucu ortaya çıkmaktadır.
Bu işin teori kısmıydı şimdi işin gizemli kısımlarına girelim, insanlık uzay çağına girdiğinden beri astronomlar pek çok farklı olayın raporunu sunmuşlardır ve bunlar kimi zaman resmin kayıtlara istemeyerek girmiştir, ay görevlerinde bulunan pek çok astronot yolculuk esnasında boşlukta ve ayda bir takım hareket eden objeler (doğal olmayan hareketler) gördüklerine dair sık sık televizyon ve yazılı medyada konuşmalarda bulunmuşlardır. Son yıllarda aydan, marstan ve güneş sistemimizde bulunan uydulardan gelen çeşitli fotoğraflar bu gizemi dahada arttırmaktadır, özellikle mars jeolojik olarak milyonlarca yıl önce bünyesinde hayat barındırabilecek koşullara sahip bir gezegen ve oradaki robotlardan kimi zaman çok şaşırtıcı fotoğraflar gelmekte.
Marstaki Cydonia bölgesi sağda meşhur yüz şeklindeki dağ solda ise piramit oluşumu olduğu var sayılan bölge.
Her ne kadar bilim uzaylı varlığı konusunda çok açık fikirli olsada hükümetler o kadar açık fikirli değiller şimdiye kadar eğer bir karşılaşma olduysa bile (aksini açıkçası hiç düşünmüyorum) bunu resmi ağızdan açıklayacak çok az hükümet vardır. O yüzden konunun buradan sonraki kısmını şimdilik açık bırakalım nasılsa önümüzdeki yıllar pek çok gelişmeye gebe eninde sonunda bazı şeyler su üstüne çıkacaktır. Kapanışı çeşitli gizemli fotoğraflarla yapalım...
İsanın çarmıha gerilişi çizen sanatçı sol ve sağ üst köşelere garip detaylar atmış araçların içinde insanlar var.
Los Angeles Savaşı olarak bilinen olay, 1942'de yaşanan olay bilinmeyen uçan cisimlerin Los Angeles hava sahasında saptanması sonucu ordunun devreye girmesiyle büyümüştür binlerce uçak savar mervi ve top kullanılmasına rağmen objelere hiçbir zarar verilememiştir gizemli objeler geldikleri gibi gizemli bir şekilde yok olmuşlardır. Geriyede tek kanıt olarak çekilen bu fotoğraf kalmıştır, fotoğrafta yerdeki tespit ışıkları UFO'yu aydınlatıyor
Olayı üç ana maddede incelersek daha verilmli olacak,
1- Tarihte uzaylılar
2- Dinlerde uzaylılar
3- Bilim ve uzaylılar
Bu başlıklar doğrultusunda yazımıza başlayalım...
1- Tarihte uzaylılar,
İnsanoğlu bizim bildiğimiz tarihi kadarıyla her zaman üstün bir varlığa inanma ve kendini adama eğiliminde olmuştur bu tarih boyunca toplumlarda kendini ateşe tapma, güneşe tapma, doğaya tapma vs. olarak göstermiş ve günümüzde çeşitli peygamberler aracılığı ile insanlığın büyük bir kısmını içine alan semavi dinlere kadar gelmiştir. Fakat bu sıralamanın içerisinde garip bir şekilde Gökten Gelenlere Tapma olarak adlandırılan bir olgu vardır ve bu olgu ciddi manada antik medeniyetler üzerinde gerek kültürlerini oluşturmada gerek o medeniyeti kurmalarında etkili olmuştur.
Peki nedir bu Gökten gelen varlıklar (onların değimiyle tanrılar)?
-Antik kültürler göklerden gelen bu ziyaretçileri kendi algıları doğrultusunda anlatmaya çalışmış ve kendilerine verdikleri bilgileri bir sonraki nesle aktarmaları için ellerinden geldiği kadarıyla kayıt altına almışlardır.
Bu resimler M.Ö. 5000-6000 yılları arasında Avustralya, Afrika ve Güney Amerika'da mağara duvarlarına çizilmiştir. Birbirleriyle en ufak bir etkileşim içine giremeyecek bu kabileler nasıl oluyorda bu kadar benzer varlıkları resmediyorlar?
Eski insanlar bu varlıkları tarif ederken şu benzer ifadeleri kullanırlar, ışık saçan, olağanüstü güçleri olan, kendilerine tarımı, hayvancılığı ve inşaat gibi temel konuları öğreten varlıklar.
- Tarihteki uzaylı yolculuğumuza devam edelim, sıradaki durağımız Güney Amerikadaki antik bir şehir harabesi olan Puma Punku. Puma Punku yaklaşık 14.000 yıllık bir şehir harabesidir fakat yaşından ziyade uzmanları şaşırtan şehirdeki mimari kusursuzluktur.
Şehrin pek çok yerinde yapı malzemesi olarak çok sert granit kullanılmış olup taş oymacılığındaki işçilik aradan binlerce yıl geçmesine rağmen keskinliğini pek çok örnekte korumaktadır. Taşların kusursuz açılarda kesilmesinden tutun oymaların içindeki dahada hassas süslemelere kadar kullanılan teknoloji günümüzde uzmanları düşündürmektedir.
Alandan alınan bazı taş örnekleri laboratuvar ortamında sırasıyla lazer ve modern elmas kesicilerle kesilmiş olup çıkan sonuç lazerden daha hassas taş kesimi yapan modern elmas kesicilerin tarzına benzemektedir. Ana yapı malzemelerinde kullanılan kesilmiş kaya bloklarınında ağırlığı 100 ton ile 300 ton arasında değişmektedir.
- Antik tarihte uzaylılarla ilgili en iyi arşivi Sümerliler tutmuşlardır, yaratılış hikayelerinden başlayarak medeniyetlerini kurarken onlara göre tanrılarından aldıkları ziyaret ve yardımlara dair onlarca tablet vardır. Sümer yaratılış efsanesini ileriki günlerde yazacağım blog'umda daha detaylı anlatacağım fakat bir özet geçersek eğer, insanoğlunu uzaylı bir ırkın(onlara göre başka gezegenden gelen tanrılar) yarattığını savunan bir inanışları vardı, bu ırka Annunaki demişlerdir bu kelimenin anlamı "gökyüzünden dünyaya gelenler" demektir. Oymalarda kanatlı yada kartal başlı insan, diğer insanlardan daha büyük ve farklı takılar yada ellerindeki o zamanki kültürün kullandığı araçlara benzemeyen aletlerle resmedilirler. Marduk isimli bir gezengenden dünyaya geldikleri ve kendi amaçları doğrultusunda kullanmak için insan ırkını yarattıklarına inanırlar.
-Daha yakın tarihe baktığımızda ise 1561 yılında gerçekleşen Nuremberg olayını görürüz bu olay resmi kayıtlara geçen ilk UFO vakasıdır. Almanyanın Nuremberg kasabasının sakinleri bir sabah uyandıklarında bu olağandışı olaya tanıklık etmişlerdir. Olaya şahit olanlar ifadelerinde şu kelimelere yer vermişlerdir, " Sabah göğe baktığımızda onlarca havada asılı daire ve haç gördük, daireler inanılmaz hızlarda hareket ediyor ve etraflarındaki diğer şeylerle çarpışıyorlardı, kimileri alev alıp yere düştüler ve sonunda haç şeklinde olanlar bütün yuvarlakları yok etti." bu alıntı zamanın gazetesi olan Gazette of the town of Nuremberg'de yayınlanmıştır. Olaylar civar kasaba ve köylerdede görülüp kayıt altına alınmıştır.
Yukarıdaki resim olaylar yaşanırken olanları anlatmak amacıyla çizilmiş ve arşivlenmiştir.
*Antik uzaylılara dair daha pek çok resim için Google'a antik uzaylılar yazmanız yeterlidir.
2- Dinlerde Uzaylılar
Şimdi geldik olayın daha derin ve üzeri örtülü bir hal aldığı bölüme. Eski kabilelerin inanışlarından günümüzün semavi dinlerine kadar dünya dışı varlıkları hemen hemen tüm inanışlarda ve kitaplarda görmeniz mümkündür.
Eski uygarlıklar bizim günümüzde uzaylı olarak sınıflandırdığımız varlıkları sıklıkla tanrılar olarak ilan etmişlerdir, bunu anlamak çokta zor değil daha yeni yeni mağaradan çıkmışsınız saf saf etrafa bakarken gökten araçlarıyla garip ve kudretli varlıklar geliyor ve size medeniye gösterip tekrar göklere çıkıyorlar, o devirdeki bir insan için bu ancak ilahi bir deneyim olabilir ve onlarda bu olayı inanışlarının temeline oturtmuşlar.
Antik uygarlıklarda tek kelimeyle diğerlerinden ayrılan sadece bir yıldız vardır, Sirius. Hemen hemen okuyacağınız tüm antik uzaylı inanışlarında Siriustan gelen öğretmenlere, tanrılara, koruyuculara dair alıntılar bulursunuz ve bunun sonucu olarak insanlar gök yüzündeki bu en yüksek ve parlak yıldıza çok fazla önem vermişlerdir. Mısırlılar takvimlerini bu yıldıza göre ayarlamış, aztekler gibi pek çok güney amerika medeniyeti ölümden sonra bu yıldıza gidileceğine inanmış ve yine az bilinen bir olgu olarak türklerin kendilerine sembol seçtikleri yay, kurt, yıldız şekilleri bu yıldızın kültürlerindeki öneminden gelmiş olduğu söylenir. (kurttan türeyiş efsanesinin, kurt ile temsil edilen siriusla alakalı olduğu söylenir, bir hayvanın 2 tane kimsesiz çocuğu emzirip savaşçıya döndürmesinden daha mantıklı olduğu kesin)
Peki bu yıldızın ve uzaylıların günümüz dinlerindeki yansımaları nelerdir,
Öncelikler Sirius'un kuranda geçen bir örneğine bakalım,
Necm suresi kelime anlamı olarak Yıldız suresi demektir ve edebiyattan bildiğimiz üzere başlık konuyu özetler, burdan yola çıkarak necm suresini inceleyelim. (kuran kat kat sırlanmış bir kitaptır yani kuranda yazanları incelerken hem indiriliş sebebini, hem kelime anlamlarını hemde sembolik anlam ve genel bilgiyi araştırmak lazımdır aksi halde kuranın içeriğini hem küçümsemiş hemde ondan alabileceğimiz bilgiyi sınırlandırmış oluruz)
necm 7: "EN YÜKSEK UFUKTADIR O" (bilimsel olarak sirius en yüksek ufuktadır)
necm 8: "SONRA İYİCE YAKLAŞTI VE SARKTI"
necm 9: " İKİ YAYIN BERABERLİĞİ GİBİ, BELKİ ONDANDA YAKINDI" (sirius a ve b nin yörüngesel hareketi aşşağıdadır üst üste binmiş 2 yay gibidir.)
necm 23: " Onlar, sizin ve babalarınızın, (tanrı) diye isimlendirdiğiniz (boş, kavramsız) isimlerden başka bir şey değildir. Allah, onlara hiçbir güç (tanrı oldukları hakkında hiçbir delil) indirmemiştir. O(putlara tapa)nlar zanna ve nefislerin hevesine uyuyorlar. Oysa kendilerine, Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir. (Allah binlerce yıldır süre gelen sirius tanrıların yeridir inanışına bir cevap veriyor sanki takip eden ayetlerde şefaatin sadece Allahtan geleceği melek yada başka varlıklardan medet umulmaması gerektiği yazıyor)
necm 49: " DOĞRUSU ŞİRA'NIN (SİRİUS'UN) RABBİ ODUR" (bu da insanoğluna bu konu ile ilgili son kapanış cümlesidir)
-Bu ayet dizisi bize hem bilimsel hemde tarihsel bir ders vermektedir, bilimsel olarak siriusun konumunu (gök yüzündeki bilimsel olarakta en yüksekteki yıldızdır) ve yörüngesini ( ki modern bilimin bunu kanıtlaması 1980 yılında olmuştur). Tarihsel olarakta binlerce yıldır atalarımız tanrı diye taptıkları varlıkların aslında hiçbir bağışlama yada tanrısal hikmete sahip olmadıklarını bu gücün sadece Allah'ta olduğunu ve onlarında rabbinin sadece Allah olduğunu anlatmaktadır.
*Baştada yazdığım gibi Kuran bilgi içinde bilgi içeren bir kitaptır ve necm surası aynı zamanda Hz.Muhammedin Miraç olayınıda anlatır bu yüzden okurken şaşırmayalım...
BONUS: Necm suresinde Şira ismi 49. ayette geçer ve birbirlerine yaklaşma ile ilgili bilgi 9. ayette geçer, Sirius A ve ikizi Sirius B nin birbileri etrafındaki yörünge süreli 49.9 yıldır...
-İncilde ise peygamber Ezekiel açık ve seçik bir şekilde dünya dışı varlıklarla karşılaşmasını ve kendisine Allahtan vahiy getirmelerini anlatır ve bunu yaparken dünya dışı varlıkların bindikleri aracı gökten inerken detaylı bir biçimde tarif eder ve bu an bir resimde şöyle tasfir edilmiştir; Hayvan başlı kanatlı varlıklara dikkat (annunakiler) ve yanında duran dairesel şey Ezekielin tarif ettiği UFO çizimi (o devirde anca bu kadar çıkmış)
- Dinler ve uzaylılar konusundaki en fazla bilgiyi en detaylı şekilde Hinduizm destanlarında bulabilirsiniz (çoğu zaman yalan rüzgarı tadında geçer ama biz konumuza bakalım). Hintlilerin meşhur mahabharata ve bhagavad-gita destanları bize resmen antik çağda geçen bir Star Wars filmini anlatmaktadırlar. M.Ö. 12000 yılında Rama imparatorluğunu anlatan hikayelerde tanrıların (yine antik insanların uzaylılara koydukları benzetme) dünyada bir yerden bir yere gitmek için vimana adında binekler kullandıkları yazılır ve bu binekler detaylı bir şekilde tarif edilmişlerdir. Tariflerden yola çıkılarak yapılan çizimler aşağıdadır.
Tanrılar bu vimanalara binip yeryüzünde ve gökyüzünde inanılmaz hızlarda hareket eder ve savaşırlarmış.
Fakat destanların ilginçlikleri bunlarla bitmez ve garip bir şekilde tanrıların savaşta kullandıkları inanılmaz güçteki silahlardanda bahsederler. Bunlardan bir tanesi Brahmasta silahıdır, destanda silahın etkilerinden şöyle bahseder, "Silah kullanıldığı zaman hiç bir defansif önlem işe yaramaz, patladığında binlerce güneşten daha parlak bir ışık yayar ve düştüğü yerdeki herkesi ve herşeyi kül edip yakarak öldürür, o an ölmeyenler ise daha acı ve yavaş bir biçimde derileri çürüyerek ölürler..." bu tasvir sanırım aklınıza bir silahı getirmiştir, atom bombası, ama işler sadece hikayede patlayan atom bombaları ile kalmıyor bilim adamları konuyu araştırmak için hikayedeki anlatılan bölgeleri bulmaya çalışıyorlar ve arayış onları pakistanın güneyindeki indus vadisine götürüyor. Burada antik kent Mohenjo-Daro'yu keşfederler (kelime anlamı ölüler dağı) antik kentte yapılan kazılar sonucu el ele tutuşmuş onlarca insan kemiğine rastlanır, bu insanların kemikleri üzerinde yapılan araştırmalar kişilerin ani ve travmatik bir olay sonucu öldüklerini belirlemiştir gariplikler bununlada bitmez bölgedeki radyasyon seviyesi normalin çok üzerindedir ve şehrin yakınında 45 metre çapında bir bölge tespit edilir, 45 metre çapındaki bölgedeki yapılan kazılarda her şeyin cama dönüştüğü ortaya çıkar (nükleer patlamada yada meteor çarpması gibi durumlarda aşırı ısıdan dolayı kum eriyerek cama dönüşür). Destanda daha pek çok ilginç teknoloji ve savaş detayı vardır 100.000 mısradan oluştuğu için tamamını okumak biraz yürek istiyor:).
3- Bilim ve Uzaylılar
Gelelim modern çağa ve bilimin bize uzaylılar hakkındaki söylemlerine.
Öncelikle işin teorik kısmına bakalım, bilim insanları geliştirilen uzay aramaları sayesinde dünyadaki koşullara birebir benzeyen galaksimizde yaşanabilecek onlarca gezegen bulmuşlardır (kepler projesi). Bu gezegenlerin bulunmasında kullanılan method gezegenin yıldızıyla olan mesafesi ölçülür ve yörüngesi hesaplanılarak uygun koşullar altında kalıp kalmadı hesaplanır (buna altın kuşak denir). Bu şartlara uygun gezegenler daha sonra atmosferleri incelenmek üzere izlemeye alınırlar ve rapor hazırlanır. Buradan yola çıkarak matematikçi Frank Drake bir denklem hazırlamıştır, Drake Denklemi denilen bu hesaplamaya göre sadece Samanyolu galaksisinde 100.000 den fazla insanlık seviyesinde yada daha gelişmiş uzaylı medeniyet olması sonucu ortaya çıkmaktadır.
Bu işin teori kısmıydı şimdi işin gizemli kısımlarına girelim, insanlık uzay çağına girdiğinden beri astronomlar pek çok farklı olayın raporunu sunmuşlardır ve bunlar kimi zaman resmin kayıtlara istemeyerek girmiştir, ay görevlerinde bulunan pek çok astronot yolculuk esnasında boşlukta ve ayda bir takım hareket eden objeler (doğal olmayan hareketler) gördüklerine dair sık sık televizyon ve yazılı medyada konuşmalarda bulunmuşlardır. Son yıllarda aydan, marstan ve güneş sistemimizde bulunan uydulardan gelen çeşitli fotoğraflar bu gizemi dahada arttırmaktadır, özellikle mars jeolojik olarak milyonlarca yıl önce bünyesinde hayat barındırabilecek koşullara sahip bir gezegen ve oradaki robotlardan kimi zaman çok şaşırtıcı fotoğraflar gelmekte.
Marstaki Cydonia bölgesi sağda meşhur yüz şeklindeki dağ solda ise piramit oluşumu olduğu var sayılan bölge.
Her ne kadar bilim uzaylı varlığı konusunda çok açık fikirli olsada hükümetler o kadar açık fikirli değiller şimdiye kadar eğer bir karşılaşma olduysa bile (aksini açıkçası hiç düşünmüyorum) bunu resmi ağızdan açıklayacak çok az hükümet vardır. O yüzden konunun buradan sonraki kısmını şimdilik açık bırakalım nasılsa önümüzdeki yıllar pek çok gelişmeye gebe eninde sonunda bazı şeyler su üstüne çıkacaktır. Kapanışı çeşitli gizemli fotoğraflarla yapalım...
Alttaki ilk resimde 1803 de japonyada denizciler tarafından bulunan cam ve metalden oluşan garip obje resmedilmiş. Onun altında ise bir maya figürü modern astronotla karşılaştırılmış.
İsanın çarmıha gerilişi çizen sanatçı sol ve sağ üst köşelere garip detaylar atmış araçların içinde insanlar var.
Los Angeles Savaşı olarak bilinen olay, 1942'de yaşanan olay bilinmeyen uçan cisimlerin Los Angeles hava sahasında saptanması sonucu ordunun devreye girmesiyle büyümüştür binlerce uçak savar mervi ve top kullanılmasına rağmen objelere hiçbir zarar verilememiştir gizemli objeler geldikleri gibi gizemli bir şekilde yok olmuşlardır. Geriyede tek kanıt olarak çekilen bu fotoğraf kalmıştır, fotoğrafta yerdeki tespit ışıkları UFO'yu aydınlatıyor
False Flag (Sahte Bayrak) Operasyonu
İlk blog yazımızı şuan gündemi oldukça meşgul eden bir olayla ele alalım, False Flag operasyonları.
Peki nedir bu false flag? bir aldatmaca bir algı değiştirme bir sağ gösterip sol vurma olayıdır. Yıllardır hükümetlerin, gizli servislerin ve bir takım karanlık ellerin başarı ile kullandığı halkın algısıyla oynayıp oluşturulan sahte nefret yada korkunun istenilen bölgeye çekilerek, savaşların çıkmasına,hükümetlerin düşmesine, ekonomilerin çökmesine neden olan bu algı operasyonu aslında insanlık tarihi kadar eski bir olaydır.
Hadi bilinen tarihteki en meşhur false flag olaylarına bakalım.
1- Neronun romayı yakışı.
M.S. 64 yılında bir temmuz akşamı romayı kül eden meşhur yangını hemen hemen herkes duymuştur (kenan doğulu şarkı bile yapmıştır), fakat duyulanın aksine olayların arkasındaki gerçekleri pek az kişi bilir. Egoist hükümdar Neron gücünün bir nişanesi olarak roma şehrinin Neropolis olarak yeniden yapılandırılmasını istemiştir fakat bu arzuları senato tarafından reddedilen Neron işi kaza süsü verilmiş bir bölgesel yangınla çözmeyi dener, bu sayede yıkılan yerler Neronun istekleri doğrultusunda kendisine adanan saraylarla süslenecektir. Ama işler istenildiği gibi gitmez ve yangın tahminleri aşan bir boyuta ulaşarak Neronun kendi saraylarına kadar ulaşır, 5 günün ardından kontrol altına alınan yangın arkasında bir yıkım ve öfkeli bir topluluk bırakır.
Dikkatler Nerona çevrilmişken kendisi bu olayı akıllıca (şeytani) bir false flag operasyonuna dönüştürür ve halka günah keçisi olarak o zamanların düzenine ve inancına karşı olan Hristiyanları sunar ve olaylar aziz Peter ve Paul'un idamına ve yüzlerce hristiyanin infazına sebep olur. Neron istediğini alır ve bir taşla iki kuş vurarak hem saraylarına kavuşur hemde hristiyanlara darbe vurur.
2- 1. Dünya Savaşı
En yıkıcı false flag operasyonlarından biridir ve dünyanın gidişatını değiştirmiştir. Olayın çıkış nedeni kitaplarda şöyle yazar; Avusturya tahtının veliahtı Arşidük Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’te Gavrilo Princip adında bir Sırp milliyetçisi tarafından Saraybosna’da öldürülmesi, savaşı tetikleyen olay olmuştur (tabi yerseniz).
Gerçekler çok daha farklıdır, bu konuyla ilgili daha kapsamlı bir blog yazacağım fakat özetlememiz gerekirse, o dönemlerin süper gücü ingiltere yavaş yavaş güçten düştüğünü ve almanyanın yakın geleceğin süper gücü olacağını ön görür. Özellikle almanların Osmanlı İmparatorluğu ile girişmeye başladıkları demir yolu ve petrol projeleri bardağı taşıran son damla olur ve yukarıda bahsi geçen zavallı arkadaşın sözüm ona bir suikastle öldürülmesi bahane edilerek tüm milletler savaşa girerler (tabi tüm saflar aylar öncesinden hazırdır bile). Savaşın sonuçları hepimizin malumu, ortadoğu sınırları baştan çizilir, Almanya ve Osmanlı tehdidi yok edilir.
3- 11 Eylül Olayları
Modern zamanların en yankı uyandıran ama en aptalca hazırlanmış false flag operasyonudur (kendini çok zeki sana abd halkına selam olsun). ABD başkanı Bush ailesinin ortadoğuya ve savaşa olan düşkünlüğü herkesin malumu, babasının ardından giden Bush Junior, Irakı ve Afganistan planlarını senatoya sunar fakat hem senatodan hemde halktan ret yer, halktan aldığı destek oyu %30 civarındadır.
Daha sonra masalımız şöyle devam eder,
Günlerden bir gün 3 adet uçak sözüm ona teröristler tarafından kaçırılır, bunlardan ikisi NewYork taki dünya ticaret merkezlerine çarpar ve mimari tarafından bu şekilde yıkılması imkansız denen yapıları çok nizami bir şekilde yıkar. Üçüncü uçak ise bir havacılık rekoru kırarak pentagonun yan cephesine mükemmel bir şekilde çarpar o bloğu yıkar ve sonra sihirli bir şekilde arkasında en ufak bir iz bile bırakmadan buharlaşır ve hiçbir kamerada onu görmemiştir (bu resmi ABD raporudur).
Bush Junior tv ye çıkar el-kaideye saydırır, hayali bir terrörist yaratır, yeni hedef bölgeler belirler ve start tuşuna basar. Bu olaydan sonra savaş harcamaları ve ordunun ortadoğuya gönderilmesi teklifleri senatodan ışık hızında geçer, halkın savaş için bush'a desteği %30'dan %75'e çıkar ve gönüllü asker başvuru sayısı tarihinin rekor düzeyine ilerler.
11 Eylül konusu ile ilgili daha detaylı yazılarım yakında gelecek...
Şimdi bu örnekler dahilinde günümüze ve memleketimize dönelim. Hepinizin bildiği gibi 20 temmuz 2015 de Suruç ilçemizde hain bir saldırı olmuş ve 32 insanımız hayatını kaybetmiştir. Tv'lerde liderler çıkar teröre lanet eder İşidi ve Suriyeyi hedef gösterirler ve halkımızı aslında dolduruşa getirirler...
Nasıl mı? Şöyle anlatalım,
Ne tesadüftür olaylar yaşanmadan yaklaşık 3-4 hafta önce bazı liderlerler çıkıp Suriye'ye ancak işid'den bize bir saldırı olursa gireriz diyorlar ama ne hikmetse binlerce asker ve mühimmat bölgeye yığılıyor. Yetmiyor olaydan bir hafta önce emniyete gelen 3-4 kişilik bir bombacı grup sınırdan ülkeye giriş yaptı uyarısı dikkate alınmıyor ve binlerce mit, tsk, polis çalışanın arasından bölgede cirit atarak malum olayı gerçekleştiriyorlar. Daha sonra liderler tekrar çıkıp artık icraate geçme vakti gelmiştir diyorlar, bir takım terörist grupları hedef gösteriyorlar bölgeler belirleniyor ve......
Boşluğu yukarıdaki örneklerden yola çıkarak siz doldurun. Ne yazık ki orta doğu batılı güçler tarafından ve halkın cahilliğide kullanılarak kaynayan bir kazana çevrilmiştir proje bellidir hedef bellidir ve belkide bu bataklığa düşmeyen tek ülke olan Türkiye'de şuan adım adım bu çukura çekilmektedir ve hem içten hem dıştan birileri bu olayın olması için canla başla çalışmaktadır. Şu gerçeği unutmayın False Flag operasyonları istenilen olay yaşanana kadar şiddeti artarak devam eder, olan ne yazık ki birilerinin dünyevi hırslarından dolayı masum canlara olur.
Peki nedir bu false flag? bir aldatmaca bir algı değiştirme bir sağ gösterip sol vurma olayıdır. Yıllardır hükümetlerin, gizli servislerin ve bir takım karanlık ellerin başarı ile kullandığı halkın algısıyla oynayıp oluşturulan sahte nefret yada korkunun istenilen bölgeye çekilerek, savaşların çıkmasına,hükümetlerin düşmesine, ekonomilerin çökmesine neden olan bu algı operasyonu aslında insanlık tarihi kadar eski bir olaydır.
Hadi bilinen tarihteki en meşhur false flag olaylarına bakalım.
1- Neronun romayı yakışı.
M.S. 64 yılında bir temmuz akşamı romayı kül eden meşhur yangını hemen hemen herkes duymuştur (kenan doğulu şarkı bile yapmıştır), fakat duyulanın aksine olayların arkasındaki gerçekleri pek az kişi bilir. Egoist hükümdar Neron gücünün bir nişanesi olarak roma şehrinin Neropolis olarak yeniden yapılandırılmasını istemiştir fakat bu arzuları senato tarafından reddedilen Neron işi kaza süsü verilmiş bir bölgesel yangınla çözmeyi dener, bu sayede yıkılan yerler Neronun istekleri doğrultusunda kendisine adanan saraylarla süslenecektir. Ama işler istenildiği gibi gitmez ve yangın tahminleri aşan bir boyuta ulaşarak Neronun kendi saraylarına kadar ulaşır, 5 günün ardından kontrol altına alınan yangın arkasında bir yıkım ve öfkeli bir topluluk bırakır.
Dikkatler Nerona çevrilmişken kendisi bu olayı akıllıca (şeytani) bir false flag operasyonuna dönüştürür ve halka günah keçisi olarak o zamanların düzenine ve inancına karşı olan Hristiyanları sunar ve olaylar aziz Peter ve Paul'un idamına ve yüzlerce hristiyanin infazına sebep olur. Neron istediğini alır ve bir taşla iki kuş vurarak hem saraylarına kavuşur hemde hristiyanlara darbe vurur.
2- 1. Dünya Savaşı
En yıkıcı false flag operasyonlarından biridir ve dünyanın gidişatını değiştirmiştir. Olayın çıkış nedeni kitaplarda şöyle yazar; Avusturya tahtının veliahtı Arşidük Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’te Gavrilo Princip adında bir Sırp milliyetçisi tarafından Saraybosna’da öldürülmesi, savaşı tetikleyen olay olmuştur (tabi yerseniz).
Gerçekler çok daha farklıdır, bu konuyla ilgili daha kapsamlı bir blog yazacağım fakat özetlememiz gerekirse, o dönemlerin süper gücü ingiltere yavaş yavaş güçten düştüğünü ve almanyanın yakın geleceğin süper gücü olacağını ön görür. Özellikle almanların Osmanlı İmparatorluğu ile girişmeye başladıkları demir yolu ve petrol projeleri bardağı taşıran son damla olur ve yukarıda bahsi geçen zavallı arkadaşın sözüm ona bir suikastle öldürülmesi bahane edilerek tüm milletler savaşa girerler (tabi tüm saflar aylar öncesinden hazırdır bile). Savaşın sonuçları hepimizin malumu, ortadoğu sınırları baştan çizilir, Almanya ve Osmanlı tehdidi yok edilir.
3- 11 Eylül Olayları
Modern zamanların en yankı uyandıran ama en aptalca hazırlanmış false flag operasyonudur (kendini çok zeki sana abd halkına selam olsun). ABD başkanı Bush ailesinin ortadoğuya ve savaşa olan düşkünlüğü herkesin malumu, babasının ardından giden Bush Junior, Irakı ve Afganistan planlarını senatoya sunar fakat hem senatodan hemde halktan ret yer, halktan aldığı destek oyu %30 civarındadır.
Daha sonra masalımız şöyle devam eder,
Günlerden bir gün 3 adet uçak sözüm ona teröristler tarafından kaçırılır, bunlardan ikisi NewYork taki dünya ticaret merkezlerine çarpar ve mimari tarafından bu şekilde yıkılması imkansız denen yapıları çok nizami bir şekilde yıkar. Üçüncü uçak ise bir havacılık rekoru kırarak pentagonun yan cephesine mükemmel bir şekilde çarpar o bloğu yıkar ve sonra sihirli bir şekilde arkasında en ufak bir iz bile bırakmadan buharlaşır ve hiçbir kamerada onu görmemiştir (bu resmi ABD raporudur).
Bush Junior tv ye çıkar el-kaideye saydırır, hayali bir terrörist yaratır, yeni hedef bölgeler belirler ve start tuşuna basar. Bu olaydan sonra savaş harcamaları ve ordunun ortadoğuya gönderilmesi teklifleri senatodan ışık hızında geçer, halkın savaş için bush'a desteği %30'dan %75'e çıkar ve gönüllü asker başvuru sayısı tarihinin rekor düzeyine ilerler.
11 Eylül konusu ile ilgili daha detaylı yazılarım yakında gelecek...
Şimdi bu örnekler dahilinde günümüze ve memleketimize dönelim. Hepinizin bildiği gibi 20 temmuz 2015 de Suruç ilçemizde hain bir saldırı olmuş ve 32 insanımız hayatını kaybetmiştir. Tv'lerde liderler çıkar teröre lanet eder İşidi ve Suriyeyi hedef gösterirler ve halkımızı aslında dolduruşa getirirler...
Nasıl mı? Şöyle anlatalım,
Ne tesadüftür olaylar yaşanmadan yaklaşık 3-4 hafta önce bazı liderlerler çıkıp Suriye'ye ancak işid'den bize bir saldırı olursa gireriz diyorlar ama ne hikmetse binlerce asker ve mühimmat bölgeye yığılıyor. Yetmiyor olaydan bir hafta önce emniyete gelen 3-4 kişilik bir bombacı grup sınırdan ülkeye giriş yaptı uyarısı dikkate alınmıyor ve binlerce mit, tsk, polis çalışanın arasından bölgede cirit atarak malum olayı gerçekleştiriyorlar. Daha sonra liderler tekrar çıkıp artık icraate geçme vakti gelmiştir diyorlar, bir takım terörist grupları hedef gösteriyorlar bölgeler belirleniyor ve......
Boşluğu yukarıdaki örneklerden yola çıkarak siz doldurun. Ne yazık ki orta doğu batılı güçler tarafından ve halkın cahilliğide kullanılarak kaynayan bir kazana çevrilmiştir proje bellidir hedef bellidir ve belkide bu bataklığa düşmeyen tek ülke olan Türkiye'de şuan adım adım bu çukura çekilmektedir ve hem içten hem dıştan birileri bu olayın olması için canla başla çalışmaktadır. Şu gerçeği unutmayın False Flag operasyonları istenilen olay yaşanana kadar şiddeti artarak devam eder, olan ne yazık ki birilerinin dünyevi hırslarından dolayı masum canlara olur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)